Emine,
Güneş henüz kendisini göstermemişti, önden ışığını göndermişti. Kimileri için yeni gün bir umut olsa da Emine için durum epey farklıydı. Kim bilir belki de Emine yeni günden bir kurtuluş dilemiştir. Bütün gece koşmaktan harap olan bacakları birbirine dolaşmaya başlamıştı fakat ne durmak için ne de bir saniyelik nefes için vakit vardı. Kamberin adamları gece boyu ensesindeydi. Ormandaki ağaçlar ona yoldaş olmuş onu saklamak uğruna bütün gövdelerini siper etmişti. Kucağındaki yavrusu ağlamaktan perperişan olmuştu. Ne kadar sarıp sarmalasa da yağmurdan koruyamamak Emine'nin canına değiyordu. Üstelik acıkmıştı küçük yavru doymak istiyor, çığlıkların dozunu arttırıyordu. Emine'nin bebeğini doyurmaktan başka çaresi yoktu. Bebeğin çığlıkları sanki ormanın ciğerine saplanıyor sanki bütün ağaçlar bu çığlıklara dayanamayıp büyük bir hüzne kapılıyorlardı. Gök bile tutamamış yaşını salıvermişti.
Bir ağaç kovuğu buldu Emine. Yüzünü açtı bebeğinin. Vedalaşır gibi öptü alnından. ''cennet kokulum, anneni hep kalbinde taşı emi yavrum'' Bebeği hem emziriyor hem de koklamalara doyamıyordu. Durursa onu bulurlardı bunu biliyordu çünkü ilk değil onlarca defa kaçmıştı Emine. Bütün cezaları bebeğinden ayırarak kesmişlerdi. Emine bebeğinin doymasını bekliyor bir yandan da korkulu gözlerle etrafı süzüyordu. Bir çocuğu kucağında bir çocuğu karnında yüreği ağzında.. Emine yalnızca bekliyordu.
Bebeğinin üzerine kalkan misali kapanmıştı Emine. Birden yüzüne hızla gelen ışık ona her şeyin bittiğini, tavşan tazı oyununun sona erdiğini tavşanın kafese dönmesi gerektiğini fark ettirdi. Bu ışık arabadan geliyordu. Emine bir saniye daha fazla bakabilmek için gözlerini yavrusuna dikmişti. Bebeğin yüzünü okşuyor kokusunu ciğerlerine çekiyor öpmelere doyamıyordu. Arabadan takım elbiseli gömleğin düğmelerinin bir kaç tanesi açık saçları seyrek orta yaşlı etine dolgun bir adam indi.
''Paşa izin ver biraz daha koklayım yavrumu daha doyamadım Paşa doyamıyorum ona izin ver biraz daha bakayım'' ağlamaktan derdini anlatamıyordu bi'çare. Paşa kolundan sürükleyerek arabaya bindirdi, ormandan çıkana kadar da tek laf etmedi. Emine yol boyu hıçkıra hıçkıra ağladı.
Biraz ilerledikten sonra sınırda kimlik kontrolü yapıldığını gördü ve içinden ''Gürcistana kadar koştum demek oysa sınırı geçtiğimi zannetmiyordum'' diye geçirdi Emine. Paşanın eli ayağına dolaştı. Elini başına götürüyor sonra dizlerine götürüyor sonra yine başına götürüyordu. Paşa ne yaptığını bilmiyordu. Aslında ne yaptığıyla da ilgilenmiyor sadece az sonra kimlik kontrolünde ne yapacağını düşünüyordu. Derince bir iç çekti aynayı emineyi görüş açısına alarak ayarladı, konuşmaya başladı.
''Bacım, Emine bacım, ben seni Kamber babaya götürmek için almadım. Ben seni oğlumun yanına götürüyorum. Kamber baba.. Ya ne babası onun babalığı yerin dibine batsın. İskele babası! Neyse, o adam beni seni bulmam için gönderdi ama benim gönlüm o hapishaneye dönmene razı değil. Sanıyorsan ki polislere beni şikayet etmemen için yapıyorum, birazdan dururum söylersin beni alırlar içeri. Kamber'in yüzlerce adamından biri eksilir ama senin kurtuluş biletin de yanar. Karar senin bacım.
Paşa eskiden de Emine'ye yardım etmişti fakat Kamber ağa bunu sezmiş ve Paşa'nın kendi ofisinde çalışmasına karar vermişti. Merhametli adamdı ama bir kere pisliğe bulaşınca ömür boyu lekesini çıkaramazsınız. Paşa'nın merhameti Kamber ağanın sözünün bittiği yerde biterdi. Emine bu adama güvenmekle güvenmemek arasında kalmış bir karar vermek için zamanı kalmamıştı.Paşanın sözleri ona epey içten gelmişti. Paşa ise bütün olumlu ve olumsuz sonuçları kabullenmiş tıpkı bıçağı boynuna dayanmış kurban rahatlığıyla başını yaslayıp yola devam etmişti.
*******
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAÇIŞ
General FictionEğer çevrenizde umudunu kaybetmiş biri varsa ona bu hikayeyi okutun. Fakat ona hatırlatın, umut bazen bir bıçak gibi dayanır kemiğe. İşte Emine'nin bütün hikayesini size bir cümle ile özetleyiverdim. Emine adına kader denilen bu yolda yürümeye kade...