Eskiden kendisini iyileştirmenin türlü türlü yollarını bulurdu. Milena'yı üzgün gördüğünüz bir an bile olmazdı. Çünkü o her zaman kendi kafasında sorunlarını çözer, kendi yaralarını sarardı. Cıvıl cıvıl, renkli, hep gülümseyen bir yüzüyle devam ederdi hayatına. Ne olursa olsun...
Bu gücü yalnızlığından alıyordu sanırım fakat hayatının bir noktasında da meleğiyle tanıştı... Milena'ya iyi geliyordu, ne olursa olsun onu dinler ve önemserdi. Ara ara onu sevdiğini söyler, iltifatlar eder yüzünde gün boyu taşıyacağı tebessümün sebebi olurdu. Her gün konuşurlardı ve artık bir alışkanlık olmuştu... Sanki onunla konuşmadığı günler onun için yaşanmamış gibi oluyordu.
Milena son zamanlarında hiç kırılmadığı kadar kırıldı, hiç üzülmediği kadar üzüldü, hiç ağlamadığı kadar ağladı. Artık her ağladığında kendisine bir okyanus oluşturduğunu gördü. Her ağladığında krizler geçirmeye başladı. Ağladıkça kendinden nefret eder oldu çünkü onu bu hâle getiren kişilerin artık hayatında olmaması ve onlar için değmeyeceğini bilmesi onu yıpratıyordu. Ailesinin bu durumlardan haberi yoktu. Onlara anlatamazdı da...
Fakat zaman geçti, Milena ve meleği büyüdü. Milena yaşadığı olaylardan dolayı artık kendisine Milyana denilmesini istemişti. O güçlü, hayalperest Milena yerine; yıkılmış, hayal kurmaktan korkan bir Milyana gelmişti. Bunun nedenini çoğu kişi anlamamıştı, sormamıştı da. Arada soran kişiler olursa da ona garip bir şekilde bakmasınlar diye bir şeyler uydurur geçiştirirdi.
Milyana'yı kurtarabilecek olan tek kişi meleğiydi. Milyana'nın krizleri artmaya başlayınca kendine zarar vermeye başlamıştı. Fiziksel acılarının ruhundaki acıları hafiflettiğini düşünürdü. Bunu meleğine anlatamamıştı. Belki de ilk defa ondan bir şeyi gizlemişti. Fakat kısa zamanda kendini iyi hissetmeyip yine anlatmıştı her şeyi. Meleği ona çok kızmıştı, yanında olduğunu söylemişti. O gün Milyana meleğinin kanatlarının altında güvende hissediyordu. Meleği sanki onu ondan koruyordu.
Bir süre sonra Milyana yine yalnızlaşmaya başladı. Çevresinde onu üzecek, kıracak çok şey olmaya başlamıştı. Fakat bu süre zarfında meleğini tanıyamaz olmuştu. Artık eskisi gibi uzun konuşmuyorlardı. Meleği çok değişmişti. Eskisi gibi Milyana'ya onu sevdiğini söylemiyordu, tatlı rüyalar dilemiyordu Milyana'nın kabuslarını kovmak için...
Milyana her ne kadar değişse de meleğine karşı her zaman çok iyi davranmaya çalışıyordu. Meleği ona onu sevdiğini söylemeyebilirdi ama o içinden geldiği her an bunu dile getirirdi. Karşılık alamadığı, geçiştirildiği zaman ne kadar kırılacağını bildiği hâlde...
Milyana artık kendi yarattığı okyanusunda boğuluyordu. Attığı çığlıkları dalgaları yutuyordu. Hâlâ bir umudu vardı. Meleği gelip onu kurtarabilirdi. Fakat o, Milyana'nın okyanusunu bir kara parçası olarak görüyordu. O boğulacağı, bakmaya bile korktuğu, her bir adımında onu dibe çeken okyanus; meleğine kara parçası gibi görünmüştü. Hayır görünmemişti, meleği öyle görmüştü.
Milyana hâlâ kararsızdı... okyanusunda boğulmayı beklemeli miydi yoksa kendi gemisini mi yapmalıydı? İkinci seçeneği seçerse buna gücü yetebilecek miydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Boğulur muyuz Bu Okyanusta?
ChickLitBazen kendimi o kadar değersiz hissediyorum ki... Kendi okyanusumda boğulmak istiyorum ve kimse beni ordan kurtarmasın. -Sadece Milyana