"Küçükken, büyülü dünyanın temellerinin yalnızca kötülük üzerine atıldığını sanırdım. Ancak büyüdükçe anlıyorum ki; tohumları kötülük üzerine atılan tek şehir, benim doğup büyüdüğüm şehirmiş."
M
"Bazı intiharlar içseldir." Diye fısıldayıverdi kadın sessizliğin ortasında. Karanlığın içinde, karşısında kimin olduğunu görmemesine rağmen sanki hissetmişçesine ona doğru fısıldıyordu. "Bazı ölümlerse bedenseldir."
Kalın, ama titrek bir ses duvarların arasında yankılandı. İçinin titrediğini, nefesinin kesildiğini hissetti. Bu his o kadar yabancılaşmıştı ki kendisine, gözleri doldu. Sevmeyi özlemişti. "Birini sevmeyi de özleyebiliyormuş insan..." diye geçirdi içinden. Kalbi alev alıyordu sanki, küllerini savuracak tek bir rüzgar bile yoktu ortalıkta.
"Ruhlar ölümsüzdür." Yorulmuş gibi bir hâli vardı, sesinden anlaşılıyordu. Önündeki kayanın dibine çöküp sırtını yaslayarak oturduğunda kadın hâlâ ayakta dikiliyordu. Titreyen bacakları ona doğru çekingence bir adım atıp usulca karşısına oturdu genç adamın. Mavi gözleri kayaların ardından içeri sızan ay ışığı ile parlıyordu. Hayal kırıklığı sezinliyordu bakışlarında, biraz öfke, biraz da nefret. Ama en çok boşluk vardı. Kadının yüzüne öyle boş ifadeyle bakıyordu ki, vücudu titredi. daha önce ona karşı sonsuz sevgiyle bakan o adam şimdi karşısında taş kesilmişti sanki.
"Bir zamanlar sevmeye, sevilmeye muhtaç bir ruh; sevmeyi de özleyebilirmiş." Kalbine bir hançer saplandığını hissetti. Binlerce bıçak yarası, tek bir adamın sözünden çok acıtamazdı. Bu mümkün olmamalıydı, ama mümkündü işte. Oysa herşeye hazırlıklı gelmişti buraya. Kanayacağını hissederek, acıtacağını bilerek. "Ancak," Diye devam etti büyücü. "Sevmeyi bilmeyen bir ruh, günün birinde unutulur ve sonsuzluğa karışır."
Gözyaşları yanaklarından süzülerek toprağın üzerine ard arda damlıyordu başını önüne eğdiğinde tekrar kafasını kaldırmaya gücü kalmamıştı. Onun gözlerinin içine baktığında artık sonsuzluğu değil, sonsuz nefreti görmekten ölesiye korkuyordu. Elinde olmaksızın dudaklarının arasından küçük bir hıçkırık kaçtığında eliyle ağzını kapattı. Gerçekten kalbi cayır cayır yanıyordu.
"Senin ruhun da bundan böyle sonsuzluğa karışacak, Morgana." Sonunda cesaretini toplayabildiğinde yavaşça başını kaldırdı. Nefes alamıyordu. karşısındaki hayal mi, yoksa gerçek miydi artık ayırt edemiyordu bile. Göz kapakları ağırlaşmıştı. "Çünkü ben artık seni hatırlamak bile istemiyorum."
Zamanlıca yaptığı hataların bedelini çok ağır ödüyordu genç kadın. Doğru olduğunu sanarak attığı yanlış adımlar, yanlış kararların bir gün onun sonu olacağını tahmin etmemişti. Sevgisine ihanet ettiği insanları gün gelip bu kadar özleyeceğini tahmin etmemişti. Edemezdi... Çünkü nefret insanın gözüne adeta bir perde gibi indiğinde, artık intikam kaçınılmaz olurdu. Fakat, Morgana intikam aldığını hissetmiyordu. İçi soğumamıştı çünkü, aksine daha çok yanmıştı.
Bu öyle bir yangındı ki, ölümünden sonra bile ruhunu yakıp kül edebilirdi. Acı ve ızdırap içinde olduğu yere yığılıp kalmıştı genç kadın. Hıçkıra hıçkıra ağlıyor, ancak o dönüp yüzüne bakmıyordu.
Karşısındaki adam ayağa kalkıp arkasını döndü ve karanlığın içinde bir gölge misali kendisinden uzaklaştı. "Gitme..." Demek istedi fakat dili varmıyordu. Peşinden gitmeye ise artık mecali yoktu. Kendisinin bile zar zor duyacağı bir ses tonuyla dudaklarından dökülen son cümleden sonra tozlu zemine uzandı. Gözyaşları burnunun üstünden yere damlıyordu. Artık sevdiği adamın gölgesi de kaynolmuştu. Gitmişti. "Beni asla affetme, çünkü sen beni affedersen ben hayatım boyunca kendimi affedemeyeceğim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
teal || mergana
Fanfiction"Küçükken, büyülü dünyanın temellerinin yalnızca kötülük üzerine atıldığını sanırdım. Ancak büyüdükçe anlıyorum ki; tohumları kötülük üzerine atılan tek şehir, benim doğup büyüdüğüm şehirmiş." "Sen sadece, bende yaşa." merlin×morgana Teal, deniz ma...