20 yıl sonra...

18 1 0
                                    

"Hayır, o çok. Ne demek yok? Bakın anlamıyorsunuz bu çok acil." Ne? "Peki, tamam"
Ve telefonda konuşan babamın sesiyle uyandım. Kafam patlatacak gibiydi. "Baba bari doğum günümde bağırarak konuşma." diye bağırıp kafamı yastığa gömdüm.

Ardından kapının açılma sesini duydum. Sonra anlımda bir öpücük hissettim. "Özür dilerim kızım. Doğum günün kutlu olsun koala." Evet, babam bana koala der. "Hadi doğum günü kahvaltısı zamanı." dedi.

Aniden yataktan fırladım, "Klasiğimiz mi?" Yüzümde gülücükler açıyordu çünkü doğum günlerimde en çok sevdiğim şey babamın hazırladığı kahvaltıydı.

"Evet" diye kulağıma fısıldayınca hemen yataktan fırladım ve koşarak mutfağa indim.

Tam tahmin ettiğim gibi masa tamamen donatılmıştı ve annemde son krepleri masaya yerleştiriyordu. Masada jambondan, kurasana kadar herşey vardı. Tam sevdiğim. Annem bana döndü ve bağırmaya başladı. "Doğum günü kızıı!" Üzerime atladı ve heryerimi öpmeye başladı.

"Sakin ol anne, alt tarafı on dokuz oldum." dedim.

"Çok yaşlandın be Seher." diye dalga geçti. Ah! Bu kadını seviyorum.

Sonra sevgi kuşları olarak topluca sofraya geçtik. Kardeşimde koşarak aşağıya indi ve bacağıma sarıldı "İyiki doğdun, abla" dedi. Bende kucaklayıp yanağına kocaman bir öpücük yapıştırdım.

"Neyse bu kadar sevgi gösterisi yeter, benim karnım aç." Dedim ve sofraya daldım.

Yaklaşık yarım saat sonra bütün krepleri miğdeme indirmiş ve son kurasanı kardeşim Zeynep'le bölüştükten sonra tamamen şişmiştim.

Saate baktım, 8.20. Aceleyle ayağa kalktım. Annem "Ne oldu Seher?"

Anneme bön bön baktıktan sonra "Anne okul var okul." diye bağırdım. Zeynep sandalyenin üstüne çıkıp kafama vurdu, "Bu gün cumartesi" dedi. Babamda arkasından gülerek "Ah işte bizim on dokuzluk koala." diye dalga geçti.

"Ya baba!!" Diye bağırdım. Bütün masada bir kahkaha koptu.

Yarım saat daha masanın başında aile geleneği olarak saçma konulardan konuştuk. Annemle birlikte masayı toparladıktan sonra zamansız telefonum babam ona bakarken çalmaya başladı. Koşarak hemen aldım. Neyseki sadece en yakın arkadaşlarımdan Nilüfer arıyordu.

"Efendim, gülüm." diye açtım.
"İyi sabahlar doğum günü kızı. Geliyorsun dimi bize bu gün." şapşal kız ya.
"Geliyorum geliyorum." dedim.
"Tamam 15.00 da bekliyorum o zaman?"
"Anlaşıldı kaptan."dedim ve kapattım telefonu.

Sonra ne mi oldu? Hiçbir şey. Saat üçe kadar boş boş oturdum ve gelem doğum günü mesajlarını cevapladım. Gerçi o kadar mesaj atanım olmazdı. Az ama öz arkadaşım vardı. Zorunlu olarakta olsa.

Saat iki civarı hazırlanmaya başladım. Doğum günümdü ama o kadar özenmeye halim yoktu açıkçası. Siyaha kaçan gri kotumu ve üzerine de erkek reyonu olmasına rağmen oldukça dar olan asker yeşili düz bluzumu geçirdim.

Doğum günü ayağına patlatıcı sürmek için aynanın önüne geçtim. Renksiz parlatıcımı dudağıma sürmek için aynaya baktım. Sadece baktım. Aynadan gözlerime bakıyordum. Sarı gözlerime. Beni garip gösteren, dışlanmama sebep olan gözlerime. İşte bu yüzden az ama öz arkadaşım vardı. İnsanlar beni bu yüzden garipsiyordu. Küçükken çok üzülürdüm ancak sonradan takmaya bir son verdim. Annem bana ilk doğduğum zaman da gözlerimin sarıya çaldığını anlatırdı. Bilirsiniz normal çocukların maviye çalar. Gözlerim asıl rengini alırken herkes şaşkınmış.

Beş yaşlarındayken, anneme "Ben evlatlıklıyım?" Diye sormuştum. Çünkü ne annemin ne de babamın gözlerinin sarı değil ela ile alakası yoktu. İkisinin de koyu kahveydi. Ama doktor bunun bi mutasyon olduğunu düşünmüştü. Aynı asırlar önce ilk mavi gözlü çocuk gibiymişim. Özelmişim. Ya da o mavi olan aile gibi.

Sonunda aynadan gözlerimi ayırdığımda oldukça uzun bir zamandır yansımama baktığımı farkettim. Hızlı adımlarla aşağıya indim. Koyu kahve kol çantamı, siyah hırkamı ve spor ayakkabılarımı geçirdikten sonra yeni aldığım ehliyetimle mavi mini copper ıma atladım. Ailem bana bunu geçen seneki doğum günümde almışlardı. Gelir durumları gayet iyiydi ve bende bu yüzden pek yadırgamamıştım.

Hava pek iyi değildi. Ağustos ayındaydık ama rüzgar sertti. On dakika sonra Nilüfer'in evine varmıştım. Benim için sürpriz bir doğum günü hazırladıklarını biliyordum. Şu an amacı sadece beni oyalamaktı. Sonra kafeye götürecekti ancak çaktırmamak için olağanca çaba gösteriyordum.

Nilüfer'in evine gelince arabamdan indim ve evin kapısını çaldım. Kısa ayak seslerinden sonra kapı açıldı ve karşımda en heyecanlı haliyle en yakın arkadaşım duruyordu. Beni hızlıca içeri çekip odasına doğru sürüklüyordu ve saçma sesler çıkartıyordu.

Odasına gelince beni odasındaki pufa itti ve bağırmaya başladı "Aaa! Pislik çok güzel gözüküyorsun." Dedi. Manyak kız ya. Tarzımız benzesede tipimiz tamamen zıttı. Ben açık kahve saçları, beyaz teni ve inanılmaz fosfora yakın sarı gözlerimle uzun ve ince bir kızdım. Yaklaşık 1.77. Nilüfer ise siyah boynunda saçları, siyaha yakın kısık gözleri ve esmer teniyle kısa ve balık etli bir kızdı.

Beni oyalamaya çalışırken yapmadığı şebeklik kalmamıştı. Kareoke yapmalar, saçlarımı yapmalar falan. Ama başarmıştı, saatler su gibi akmıştı ve akşam yediye gelmişti. İşte o anlarda Nilüfer olağanca sesiyle bağırmaya başladı "Hadi ya, evde bön bön oturacakmıyız? Hadi çıkalım gezelim. Güzel bir kafe keşfettim oraya gideriz." Tahmin ettiğim gibi.

Kız halimizle bile o heyecanla on dakikada benim arabadaydık. Yerine duramıyordu. Sonunda "Duur!" Diye bağrınca ani bi fren yaptım. "Burası."dedi.

Kafenin önüne geldik ancak içerisi karanlıktı bende fırsattan istifade "Burası karanlık." Dedim. Eli ayağına dolaşan arkadaşım "Yok ya camlardandır." Diye beni geçiştiyordu.

Kapıyı araladım her taraftan insanlar fırladı ve o şarkıyı söylemeye başladırlar.

"Iyi ki doğdun Seher" ve alkış sesleri her tarafımı sarmıştı. Mutluydum. On dokuzuncu yaşımda çevremde Sevdiğim insanlar vardı. Annem, babam, Arkadaşlarım ve kardeşim. Beni yadırgamadan insanlarla beraberdim. Üzerinde geçenlerde çekildiğim güzel bir resmim olan iki katlı pastaya döndüm ve tam tamına on dokuz tane olan her renk Olan mumlara baktım. Açık cam Yüzünden hareket eden ateşlerine. Ve içimden sadece tek bir şey söyledim 'Teşekkür ederim'.

Kan... Birsürü kan. "Hayır!" Bu ses benim mi? Duyamıyorum. Her yerde kan var. Ailemin kanı. Arkadaşlarımın kanı. Kardeşimin Kanı. Ve benim kanım. Hepsi karışmıştı. Yerde, pastamda, ellerimde. Sadece. Boş boş baktım. Bir el çenemi kavradı. Güçlü birine aitti. Sert tutuşları vardı. Sert bir biçimde Kafamı ona doğru çevirdi. Tam gözlerinin içine. Güneş gibi parlayan sarı gözlerinin içine. Benimkiler gibi...

Yeraltı BekçisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin