Alışacaksın... Alışacak ve unutacaksın. Silinecek tüm kötü anılar.
Unutmadım. Unutmadım ama alıştım. Alıştım ama silinmedi tüm kötü anılar. Zihnimde dönüp duran bu rahatsız edici gürültü ne zaman son bulacak bilmiyorum.
Eskiyi hatırlayınca iyi olan anılardan çok hep kötü anılar akılda kalır ve asla silinmezler. Bu yüzden zamanla geçer diyenlere hiç inanmadım. Hiçbir şey zamanla geçmedi. Hayal kırıklığım hâlâ devam ediyor.
Üniversite yıllarımı hatırlıyorum da... Deli dolu bir gençtim. Gençliğimi sonuna kadar yaşıyordum. İyiydim ve mutluydum. Sevgilim ve arkadaşlarım vardı. Her şey mükemmeldi. Sorun da burda ya zaten.
Ben Jeon Jungkook. İçimdeki çığlıklar asla son bulmuyor.
Son bir yıldır bu tarihi bekliyorum. İstediğim şey, hesap sormak mı? Ya da karşılarına geçip, bakın istediğiniz olmadı ben iyiyim, demek mi? Bilmiyorum.
Griye dönen hava ile neredeyse önümü bile göremiyordum ama bu sorun değildi. Zamanında bu yolları ezbere bilecek kadar çok gidip gelmiştim. Sırtımdaki hırkanın kapüşonunu kafama geçirdim ve lodoslu hava yüzünden sokakta kimsenin olmamasından faydalanarak aklımda dolanan şarkıyı sesli söylemeye başladım.
Kaç dakika geçti bilmiyorum, önüme bakmadan yalnızca ayaklarımın beni götürdüğü yere doğru ilerledim. En sonunda gelmiştim. Adımlarım yavaşladı ve beyaz kapının önünde durdu. İçeriden gelen sesler biraz duyuluyordu. Hiçbir şey olmamış gibi, sıradan bir gün gibi konuşuyorlardı.
Neden veya nasıl diye sormayı bırakalı uzun zaman oldu. Onların gözünde ne kadar değersiz olduğumu anlamam ise haftalarca sürmüştü. En sonunda acı içinde kabullendim.
Aklımdan bir sürü düşünce geçiyordu. İçlerinde en ağır basanlardan biri 'içeriye girince ne yapacağım?' sorusuydu. Diğeri ise daha derinlerden geliyordu. Düşündükçe kalbimi sıkıştıran soruydu ; o da gelmiş miydi?
Kafamı iki yana salladım. Sanki kafamın içindeki sesleri susturabilecekmişim gibi!
Elim yavaşça yukarıya çıktı ve tam kapı zilinin üzerinde durdu. Tekrar düşündüm. Bu kapıdan içeriye girince ne yapacağım? İşte o an gitmek istedim. Gerçekten arkama bile bakmadan kaçıp gitmek istedim. Fakat vücudum âdeta kaskatı kesilmişti. Arkamı bile dönemiyordum.
Bunu yapabilirsin Jungkook. Günlerce bu anı bekledin. O zile bas ve içeriye gir. Onlarla yüzleş.
Ve işte zile bastım. Zile basar basmaz pişman olmuştum. Ağlamak istedim. Bacaklarım titriyordu, oraya yığılıp ağlamamak için zor tuttum kendimi. Hayır hayır, bu akşam ağlamak yoktu. Onların karşısına en iyi şekilde çıkmam lazımdı.
Ben kendi kendime motive verici sözler ederken kapı açıldı. İşte o tanıdık yüz. Jung Hoseok. Her yerde eğlenmesini bilen, güler yüzlü çocuk. Yüz hatları yerine oturmuştu. Saçları ise eski yıllara göre daha kısaydı.
"Jungkook."
Şaşkınlığı burdan bile belli oluyordu. Zaten Hoseok hiçbir zaman duygularını gizlemezdi. O an ne hissediyorsa onu yansıtırdı hemen. Bana iğrenerek baktığı gün bunu daha iyi anlamıştım.
"Geri mi dönmeliyim? Galiba içerde bana yer yok."
Yüzümde hiçbir mimik yoktu. Dümdüz bir ifadeyle gözlerinin en içine bakarak konuşmuştum. Bu bilerek yaptığım bir şey değildi. Zira son dört yıldır üstümde hep bu vardı. Hiçlik.
"Ne? Hayır, hayır ben sadece şaşırdığım için öyle oldu. Özür dilerim, gel hemen dışarısı soğuk."
Ardı ardına heyecanla sıraladı sözlerini. Kapıyı da sonuna kadar açtı. Ayakkabılarımı çıkarırken diğer ayakkabılarda göz gezdirdim. Bu kadar çok ayakkabıyı bir arada görmeyeli de çok olmuştu. Eski günlerde ki gibiydi ama sadece ayakkabılar... Çünkü değişen tek şey zaman değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yıllar Sonra- Taekook
Fanfiction"Tam beş yıl sonra aynı saat ve aynı yerde, tamam mı?"