gözaltlarım gerçekten mosmordu, uyku düzenimin olmamasından kaynaklıydı, bir de kendime doğru düzgün bakmadığımdan. kestane rengi saçlarımın uzunluğu sonunda çenemin altına ulaşmıştı, bunu görmemle elim makasa gider gibi olsa da uğraşmaktan vazgeçtim.
seninle olan gecemizin ardından bir buçuk hafta geçmişti ve bu haftanın birkaç gecesi yine seninle terasta biraz da olsa konuşma fırsatı bulmuştum. normalde kaçacak olmama rağmen artık neredeyse hep gözlerim terasa gidiyordu sen orada mısın diye, oradaysan seni görebileyim diye.
bugün uzun zaman sonra aynaya bakıp kendimi incelemiştim, o da senden dolayıydı zaten, bana sürekli laf arasında ne kadar güzel olduğumu sıkıştırıp duruyordun ve ben senin bu iltifatına inanmaktan kaçıp duruyordum. kaçmakta da haklıydım, aynanın önünde geçtiğimde gerçekten gördüğüm şey hiç güzel değildi.
bana şakasına desen de yürüyen ölü demekte de haklıydın.
derin bir nefes aldım, böylelikle zaten belirgin olan köprücük kemiklerim daha da belirginleştiğinde acıyla iyice güçsüzleşmiş fiziğimi de süzmek zorunda kaldım. iki gündür yediğim tek şey dolapta duran bir elmaydı, önceleri kendimi aç bıraktığımda başım döner ve yürüyemezdim bile. şimdi ise nadiren aç olduğumu hissederdim, yediğimde de midem bulanır ve bazen istemeden de olsa kusardım.
ah, belki de kendimi öldürmemek kendime karşı yaptığım en büyük hataydı.
daha fazla kendime bakmak istemediğim için tuvaletin kapısını açıp adımımı tam dışarıya atmışken ismimi seslendiğini duydum:
"NEDEN KAPINI KİLİTLEMEDİN?"
kaşlarımı çatarak odama gittiğimde gerçekten de odamdaydın, "ne yapıyorsun burada?" diye şaşkınlığımı gayet belli edecek bir ses tonuyla sorduğumda kocaman gülümsedin, yine çenende o çukur oluştu.
"bugün yalnız başıma yemek yemek istemediğim için seni de çağırmak istedim."
zihnimi mi okuyordun bilmiyorum ama bu teklifini duyunca şaşkınlığım ikiye katlandı, içimden bir ses reddetmem gerektiğini söylese de başka bir ses de çok yumuşak bir tonla "gitsene." dedi. "hayatında konuştuğun tek kişi o. hem de birkaç hafta içinde ona hayran kaldın... farkında mısın?"
farkındaydım, en çok şaşırdığım şey de buydu zaten. bu yüzden içimdeki beni her zaman kaskatı eden sesi değil de son birkaç gündür arada olumlu şeyler söylemeyi az da olsa başarabilen sesi dinlemeye karar verdim.
"tamam..."
bunu duyunca çok mutlu olduğunu belli edecek şekilde "tamam!" diyerek terasa geri çıktın, ben de peşinden gelerek odamın ışığını kapattım ve yine peşinden gelerek senin terasına atladım.
birlikte odana girdiğimizde orada fazla durmamıza izin vermeden çıktık ama görebildiğim kadarıyla çok da büyük olmayan odanın neredeyse her yerinde yaptığın resimler asılıydı. evimizin her yeri aynıydı zaten, seninle benim farkım içini nasıl doldurduğumuzdu. sen daha düzenliydin, evin içinde attığım her adımda içim kararmıyordu, eşyaların genel olarak tozlu değildi, duvarların benimki kadar sararmış da değildi ve hatta bazı yerlere ufak şeyler çizmiştin.
sanatçı ruhun çok güzeldi, aynı senin olduğun gibi.
"aslında," mutfağa girerken konuşmaya başladın. "arkadaşlarımı çağıracaktım ama bu bir hafta içinde dört aylık komşuluğumuzu ilerletmeyi başardığımız için seninle yemek istedim."
"anladım, teşekkür ederim beni de seçtiğin için." hafif gülümseme sundum sana yemek masasına otururken. önümdeki sıcak çorbanın ekşi kokusu burnumu doldururken midemin hareketlendiğini hissettim, midem aynı şu an günlerdir aç bırakılmış aslan misali kıvranıp duruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
cafuné
Teen Fictionbu kişi her kimse tam bulunduğum yerin perspektifinden denizi izlediğim zaman olduğum halimi çizmişti ve sanki iç dünyamı biliyormuş gibi o kadar kasvetli yansıtmıştı ki hayran kalmamak elde değildi. bu kadar başarılı çizmesine mi yoksa sapık gibi i...