altı

81 7 50
                                    

  cafune:

  "gideceksin dedim sana!"

  annemin bana bağırmasıyla tuttuğum gözyaşlarımın yanaklarıma doğru süzülmemesi için büyük bir gayretle dişlerimi sıktım.

  "anne... lütfen."

  "okulun var, ablanla abin burada zaten. iyi olacağım, söz veriyorum."

  söz veriyordu, yalancıydı, babamı da kaybetmeden önce söylediği son sözlerin bu olması inanmama engel olmuştu.

  ona yaklaşıp kollarımı boynuna doladım ve yanağımı da kafasının üzerine koydum, annem de oturduğu yerden kollarımı okşarken "senden tek istediğim," diyerek söze girdi. "okulunu güzelce bitirmen. bugünlere bunun için getirdim seni. beni üzecek, senin de hayatını mahvedecek hiçbir şey yapma tamam mı? babanın kemiklerini de sızlatma."

  "ben seni üzecek hiçbir şey yapmam zaten."

  hayatımdaki en değerli şey onlardı çünkü.

  daha sonra herkesin darmaduman olmasına rağmen hep beraber yemek hazırlamıştık çünkü on gündür kaldığım bu evden gitmem gerekiyordu. babamın eskiden her zaman yaptığı çorbayı yaptığımda ablam "babam seni zamanında eğitmiş miydi?" diye mırıldandı. "tıpatıp aynısını yapıyorsun."

  "yaparım ben."
 
  "kolyen çok güzelmiş bu arada," ablam elini uzatıp kolyenin üzerindeki yıldızları incelemeye başladığında başımı hafifçe sağa doğru yatırıp kolyeye bakarak "evet, çok sevdiğim biri verdi." dedim. "arkadaşın mı?"

  "yani..."
 
  "yani?"

  "evet, öyle. arkadaşım."

  ablam "öyle olsun." diye sırıtarak çorbasını içmeye devam ettiğinde ben de sonunda yemeğimi yemeye başlayabilmiştim.

  ocak ayının son demlerindeydik, bunun on günü onu görememiş olmam gerçekten içimde boşluk hissi yaratmıştı. giderken ev telefonunu vermeyi unuttuğum için konuşamamıştık da, muhtemelen -umarım- beni merak ediyordu çünkü bu on gün içinde sesini duyamamak bile gerçekten benim sinirlerimi bozmaya yetmişti.

  haberi yoktu belki ama taşındığım ilk aydan beri ona karşı beslediğim merak hissi hâlâ geçmemişti.

  haziran ayının ortalarında taşınmıştım, hatta o zaman apartmanda yaşayan tek kişinin alt kattaki teyze olduğunu sanarak gelmiştim oraya. eşyaları yerleştirirken asla evinden çıkmamıştı ama apartmanın önündeki tek bir tane ayakkabıdan anladığım kadarıyla orada biri yaşıyordu işte.

  bir ay boyunca hiç yüzünü görmedim, açıkçası ben de kapısına vurup "merhaba." demeye çok gönüllü değildim, nasıl biri olduğunu dahi bilmiyordum daha.

  sonra bir gün ben terasta otururken terasa çıkmasıyla içimdeki o merak duygusu yerini edinmişti.

  saçları kısacıktı ama ona çok yakışıyordu, vücudu çok güçsüz duruyordu sanki günlerdir yemek yememiş gibiydi, solgun beyaz teninin daha çok belirginleştirdiği mor gözaltları günlerdir uyumadığı hissiyatı uyandırıyordu.

  "merhaba?" dediğimde kafasını kaldırıp bana baktı, sanki çıktığında beni fark etmemiş gibiydi, ona gülümsediğimde de zorla gülümsemeye çalışarak -ki buna da pek gülümseme denemezdi zaten- "merhaba. hoş geldin." dedi ve terasta işini bitirerek evine geri girdi.

cafunéHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin