Sabahın ilk gün ışıklarıyla zümrüt gözlü komutan uyandı. İlk kez biraz olsun huzurlu uyanmış olabilirdi, zindanın kalın duvarlarına bakarak uyanacağını düşünürken aksini görmüştü. Odaya ışık giriyor güzel bir yel esiyordu. Yavaşça yatağından kalkıp kırık gözlüğünü taktığında pencereden uzun uzun baktı ve tüm İngilterenin ayaklarının altında olduğunu gördü. Eğer bu görüntüyü bir prense esir bir şekilde görmeseydi kendinden çok gurur duyacağı kesindi. Başını çevirip odayı incelemeye başladığında beyaz masanın üstünde ki tepsiyi ve içinde ki kahvaltıyı gördü. Evet açtı ama şuan yemek düşünmekten daha önemli şeyler vardı.
Ülkesine dönmeliydi..
Derin bir nefes alıp dağınık saçlarını biraz daha dağıttı ve aynadan normalde oldukça ilgi çekici yüzünün yaralarla çiziklerle kaplı olduğunu gördü. Ne kadar bir prens olsa da ordunun başında başarılı bir komutan olduğu için iri sayılacak bir bedene sahipti ama kısa olduğu için biraz da küçük görünüyordu. Kırık gözlüğünü mecburen takmıştı, onlarsız tehditkar bakan zümrüt gözleri bulanık görüyordu. Büyük kapıya yaklaşıp ne kadar umudu olmasa da kolunu tuttu ve açmaya çalıştı, tabiki de kitliydi.. kaldığı oda kendisi gibi bir prense layık olabilirdi ama burada esir olması 'Prens Draconun nazikliğini' göstermesine engel oluyordu.
Büyük kapıya elini vurup kendi dilinde konuşarak bağırdı."Est-ce que quelqu'un m'entend? Dis à ce putain de prince de me sortir d'ici!"¹
Kapının önünde olduğunu düşündüğü askerler cevap vermeyince kalın sesiyle bağırarak küfürler savurmaya devam etti. Taa ki odaya daha önce hiç görmediği siyah pelerinli adam girene kadar. Kapının kolunu zorladığı için aniden açıldığında yere düşmüştü. Burnunun altında tezek varmışcasına yüzünü buruşturan ve ciddi duran uzun boylu adam pelerinini hafifçe savuşturarak odaya girip yerde ki komutana göz attı. "Laflarınıza dikkat edin Bay Potter." Harry yarasını tutarak ayağa kalktı ve bu korkutucu adamın önüne yaklaşıp diklendi. "Beni buradan çıkarın." Snape duygusuz bir ifade ile kendisinden kısa çocuğa bakmaya devam etti ve hafifçe sırıttı. "Seni kimse kurtaramayacak, boşuna uğraşma ve İngiltere de olmanın tadını çıkar Komutan." Pelerinli adam daha fazla konuşmadan çıktığında askerler odayı tekrar kitlemişti Harry ne kadar çıkmak için uğraşsa da. Başını ellerinin arasına alıp bir süre yerde durmayı tercih etti.. delirecekti yoksa, bir şekilde kaçmak için yol bulsa da o yol lanet prens yüzünden kapanıyor, ailesinin yanına dönemiyordu.. yeşil gözler kırık gözlüğün arkasından cama iliştiğinde pencerelerin de kitlendiğini gördü. Yavaşça yerden kalktı ve pencereye yaklaştığında hiç düşünmeden yumruğunu geçirdi, camların büyük bir sesle kırılmasına neden oldu. Eli, yumruğunun üstü kanıyordu evet ama askerler ses sayesinde odaya girip Harry'yi tutmuştu. Niyeti kaçmak değil aksine sadece ilgi çekmekti ve başarılı olmuştu da.. odası tam olarak hatırlayamadığı sarayın en üst katlarında olmalıydı, kaçmak için bir kaç kemiğini daha kırmalı ve belki de Fransa'ya sürünerek gitmeliydi. Harry şuan bunu tercih etmiyordu. Askerler ingilizce konuşarak birbirlerine baktıklarında Prens Draco'yu çağırmayı düşündüler. Sonuçta bu adam Prensin özel misafiriydi, eğer en küçük detaya kadar bilmezler ise kendilerinin idama kadar sürükleneceğini biliyordu. Harry birinin Prense haber vereceğini anlayarak Fransızca bağırdı. "Comprenez-vous que vous ne devriez pas me garder ici maintenant ? Dites à ce prince de me voir." İki asker bu sefer kolundan tutarak Harry'yi tekrar şifahaneye götürdü. Orada elinde ki camlar çıkarıldı, bu acılı bir işlem olsa da harry'nin gıkı çıkmamıştı. Canı acısa da bunu göstermiyordu. Pansuman bittiği an askerler tarafından tekrar sürüklenmeye başladığında artık bu koşturmalardan yorulmuş gibi karşı çıkmadı ve Prensin huzuruna çıkmayı sakince bekledi.
...
Draco tatmin edici bir geceden sonra sabah ilk uyanan olmuştu. Üstüne kendi teninin aksi olan siyah önü bağlamalı olan bir gecelik geçirdi ve bel altını kapatarak bağladı. Yatağından yavaşça kalktığında Prenses hala yanındaydı, yüzünden geçmeyen o duygusuz ifade ile hizmetli kıza kahvesini getirmesini emretti ve her zaman oturduğu o koltuğa geri oturup ingiltere'yi izlemeye devam etti. Çok vakit geçmeden Prenses de uyandığında yanında ona sarılabilecek adamı aramıştı ama tam tersini buluşmuştu. Yavaşça yataktan kalkıp dün gece Prensin hızıyla çıkarılan elbisesini geri giydi ve arkası dönük duran Draconun yanına yaklaşıp omuzlarına ince, narin elleriyle dokundu. Biraz şefkat istiyordu ama bunu prensin böyle biri olmadığını da biliyordu, Draconun bu özelliği Astoriayı soğutmak yerine nedense daha çok ilgi duymasına sebep oluyordu. Prensten her hangi bir kıpırtı gelmese de tırnaklarını boynuna sürterek okşadı. Bu bir kaç dakika böyle devam ederken bir anda kapı çalındı ve draconun soğuk sesi ile asker içeri girdi. Eğilip ellerini önünde tutarak konuştu. "Prensim, Komutan Harry Potter odasında ki camı kırıp elini yaraladı. Şuan da şifahane de." Draconun yüzünde ilk defa bir gülümseme daha doğrusu sırıtış yerleşirken Astoriaya doğru konuştu. "Çekilebilirsin." Prenses kızın bunu beklemediği o kadar açıktı ki bir kaç saniye eli omzunda durur bir şekilde prensin saçlarına baktı.. ellerini çekip eğildi ve hızlı bir şekilde odadan çıktı. "Ne yapmamızı emredersiniz efendim?" Asker tekrar konuştuğunda draconun yüzünde ki sırıtış artıyordu.
"Onu bana getirin."
Emir yerine getirildi ve Harry kısa süre içerisinde tekrar Draconun karşısına çıkıp yere, ayaklarının dibine fırlatıldı. Draco yüzünde her hangi bir duygu ifade etmemesini sağlarken ayaklarının dibinde ki komutanın dağınık saçlarına baktı ve ince parmaklarını geçirerek güzel hatlara sahip olan yüzü kendisine bakmaya zorladı.
"Kaçmayacağını söylemiştin, ne oldu komutan?"
Harry gri gözlere nefret ile bakıp sırıttı. "Kaçmayacaktım zaten."
Dracoyu sinir etmeyi başarırken gülümsemeye devam etti. İnce parmaklar çene hattında gezmeye başladığında Harry'nin gözlerinde ki nefret dinmemişti.
"Bana yalan söyleme Potter, sana yalan söylemenin ayıp olduğu güzel annen öğretmedi mi yoksa?"
Harry başını çekip çırpındığında sinirle tısladı.
"Annemin adını ağzına alma! Seni öldürürüm." Bu sefer draconun yüzünde bir sırıtış belirirken saçları bırakıp ayağı kalktı.
"Vay vay, küçük aslanımız uyanmaya başlıyor demek ki. Ee.. beş çayına ne zaman geçeceğiz?"
Harry sinirle ayağa kalktığında kenarda duran askerlerde komutana yaklaşmıştı. Prens ince elini kaldırarak askerlerin silahını çekmesini engelledi. Her şeyi doğru düzgün açıklamasının daha iyi olacağını düşünüyordu. "Otur." Sandalyeyi gösterirken masasına yaklaştı ve kahvesinden bir yudum aldı. Bu sırada Harry biraz daha sakinleşmeye çalışırken draconun bu zamana kadar önünde yarı çıplak durduğunu fark etti, siyah ince geceliğin arkasından iri kaslar belli olurken draco hiç bir şeyi saklama gereksiniminde bulunmuyordu. Zümrüt gözleri prensi incelerken oturmadı. Boğuk ses tekrar duyuldu.
"Oturmanı emrettim." Askerler yaklaşıp harryi zorla oturduklarında draco tekrar döndü ve kahvesini masaya bıraktı. Elini salladığında askerler kapıyı açmış, bir kaç genç kız odaya girmişti ve Harrye çay servisi yapıyorlardı.
"Şimdi de beni zehirleyecek misin? Sana güvendiğimi mi sanıyorsun?"
Draco soğuk gözlerini zümrütlere dikip masasına, komutanın karşısına oturdu. "Güvenine ihtiyacım olduğunu mu sanıyorsun? Sadece bir beş çayı içmek istemiştim. Kalbimi kırıyorsun komutan." Yüzünde rahatsız edici bir ifade belirirken hafifçe kıkırdadı.
"Acaba hareminde ki oğlanlara da böyle davranıyor musun? Gerçekten merak ediyorum."
Harry ani bir dürtüyle kalktığında askerler tekrar kollarından tutmuştu ama Harry pes etmeden çırpındı.
"Sen.. sen bunu nereden biliyorsun?" Draco mimiklerini tekrar yok etti. "Elimde esir olan kişiyi araştırmazsam olmazdı değil mi? Oğlancı olduğunu tesadüfen öğrendim."
Harry askerler tarafından zorla oturuldu. "Bu seni ilgilendirmiyor." Oğlancılık olarak kastetdiği eşcinsellik çoğu ülke de yasak olmasıyla beraber sonucu ölüme, idama kadar uzanan bir meseleydi.. Harry bile kendini zor tanımış ve isimlendirmişti. Haremde ki bir kaç görevli kadın haricinde kimse erkeklerle yattığını bilmiyordu, şimdi de draco da eklenmişti.. baş düşmanının böyle bir bilgi edinmesi lehine olmuş, zümrüt gözlerde ki korku artmıştı çünkü bu olay ne kadar Fransa da hak tanınmış olsa da yine de hoş karşılanmayacaktı. Özellikle de bu durum Kralın en gözde oğlunda olursa.. zümrüt gözler grilere korku ile bakarken boğuk sesi tekrar duyuldu.
"Seni ifşalayacağımı düşünüyorsun değil mi? Hadi ama.. o kadar da adi değilim." Harry konuyu değiştirmeyi tercih etti. "Ne zaman bırakacaksın beni? Ölünce mi?" Draco kendinden beklenmeyen bir şekilde kahkaha attı.
"Ah hayır.. ölümün benim için bir işe yaramaz, aksine seni kendimden bile daha çok korumalıyım."
Yeni kahvesi bir kız tarafından fincanına dökülürken bardağı izledi.
"Babacığın mektubuma hala cevap vermedi. Sanırım senin kayboluşuna hiç üzgün değil."
Harry derin bir nefes verdi.
"Belki de askerlerlerimizle güzel ülkenize baskına geliyordur, hm?" Draco sakince ayağa kalkıp masaya oturdu ve elini harrynin çenesinin altına yerleştirdi. "İmkanı yok komutan, en sevdiği prensin ölmesini istemiyorsa bunu yapmayacaktır." Harry yüzünü ellerinin arasından çekti ve dokunmasını engelledi. "Bu kadar hırçın olma oğlum."
Gri gözler duvarda ki tabloya çevrilince gülümsedi. "Neden sende yılanın sana sarılmasına izin vermiyorsun?" Duvarda ki eserde bir aslan tasvir edilmişti ama aslanın etrafını saran yeşil bir yılan vardı. Harry Prensin ne demek istediğini anlamıştı. Ülkelerinin simgelerinden biri de Aslandı ve bu tabloda Fransa-İngiltere arasında ki rekabeti anlatıyordu.
Draco çenesini tekrar tutup eğildi ve yüzüne yaklaştı. "Neden? hm..."...
¹:Beni duyan var mı? O lanet olası prense söyleyin beni buradan çıkarsın!
²: Artık beni burada tutmamanız gerektiğini anlıyor musunuz? Bunu prense iletin.
Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum!<3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kraliyet | Drarry
FanfictionÜnlü bir komutan ama kralın en gözde oğlu olan Harry İngilizlere karşı olan savaşını kaybeder ve Prens Draco'nun eline düşer.. evine, ülkesine kaçmaya çalışsa da bunu başaramaz ve babasının onu kurtarmasını bekler. Bu sırada İngilizlerin hayat biçim...