"Kaymıyor mu gerçekten?" önümüzdeki gece sesimle buluşurken yüzündeki tebessümü genişletip yerine bir gülüş yerleştirmesi dumura uğratmıştı beni. Parmaklıklar arasından buharlaşıp uçacak kalbim bir gülüşüyle esirdi.
"Tsch, kaymıyor. Yerinde duruyor işte." İkimiz de karanlık gökyüzündeki aynı yıldıza odaklanmış bakarken inanmıyorduk birbirimize. Bize küçük gelen parıltının hareketi üzerine tartışır olmuştuk. Ona göre duruyordu yıldız, bana göre ise hareketliydi. "Görüyorum ben, çok küçük de olsa ilerliyor işte. Bak!" onlarca yıldızın arasına işaret parmağımı doğrultup onun da bakışlarını gösterdiğim yere çekerken buğulu sesi çarpmıştı kulaklarıma "Senin bahsettiğinle benimki bir değil, o bir uçak jeon." Dudaklarım itiraz için aralanmış, birbiri ardına döşeyeceği kelimelerle dolmuş ama gözlerimin odaklı kaldığı yerle dilim dolanmamıştı kelimelere.
Dediklerinde haklılık payı var gibiydi. Bizim yıldızlarımız bile farklıydı. Bir uçağa yüklediğim fazla anlam, kayan yıldız sanıp ondan dilendiğim yüreğimin küçük çırpınış dileği bile bize fazaydı. "Daldın yine uzaklara." akşam vakti gelince mi böyle dolgunlaşırdı sesi yoksa ona has hırıltılı bir tonu mu vardı ses tellerinin o an algılamak zordu, fakat bu tonu bana seslenirken kullanınca hissettiğim onlarca yenilgi içimde teker teker anons ediliyordu. "Bir uçağı kayan yıldız sanacak kadar kafam yerinde değilse demek, ondan herhalde bu dalışlarım." Ağır bir mağlubiyetin pençesinde avuçlarımın arasındaki balkon demirlerine daha sıkı tutunmuş ve başımı demin bana konuşan adamın yüzüne çevirmiştim. Bugün belki de son görüşümdü onu ve ben kabullenmek istemiyordum bu gerçeği.
"Duranlar yerine kayanlara odaklandıysan demek. En başından beri konuştuğumuzun bacanın hemen üstündeki yıldız olduğunu düşünüyordum." dedi. Bana yine gidenlerle ilgili yaptığı gönderme şaşırtmamıştı beni, ona gitmesini istemediğimi söylediğimden beri bunu olabildiğince sıklıkla dile getiriyordu. Amacı neydi, neden yapıyordu emin olamıyordum. Benden bir şey mi bekliyor diye düşünmekten kendimi almıyordum. Sonra da diyordum kendime, niye benden bir şey beklesin ki?
"İşin gücün dalga Taehyung, ne yapmamı istiyorsun apartmanda kalanlara mı odaklanayım?"Dalgalı saçları hafifçe gözlerinin önüne düşerken tam alnının ortasına inen, aralarında en uzun olan bukle saçlarını öyle güzel gösteriyordu ki, uzaktan bakıp dokunamamak adına oturduğum sandalyeden iç çekiyordum sadece. Üzerinde öylesine geçirdiği bol beyaz bir tişört, altında düşük bel siyah eşofmanıyla yüzüne ay ışığıyla karışık mum alevi yansırken öyle ağır kaybediyordum ki tek taraflı savaşımda ona karşı. Dalıyordum işte öyle sonrasında, neden diye sormak da ona kalıyordu, anlatabilirmişim gibi.
Balkon demirlerinden uzakta olan sandalyesini yanıma doğru çekince yerden çıkan yüksek frekanslı sesle irkilen bedenim ne o anki esintiden ne de sesten titremişti zira çektiği sandalyesiyle bedeni oldukça yakınıma girmişti. "Yanlış anladın niyetimi. Seni böyle daldıran kimse eğer ona benim sinirim. Sevdiğin birileri mi var uzaklarda, ondan sanki hep bu dalıp gitmelerin?" bana yaklaşan sesi kalbimi maraton koşturmuşçasına hızlandırırken düzenliydi hala nefeslerim. Siniri kendineymiş, dediklerinden bihaberdi sarf ettiği sözleri.
Bakışlarımı ay ve yıldızlardan çekip ona çevirme cesaret bulduğumda gözlerinden yansıyan pırıltılar eşliğinde içime yollamıştım derin bir nefesi. "O kadar uzak ki bana bilemezsin." Gözlerinde taşıdığı meraklı pırıltılar, bu adamı az çok tanıyorsam beni çözmeye dayalı bir doyumsuzluğun eseriydi. Bu uzun soluklu buluşmalarımız ne kadar seyrek olsa da beni tanımak istiyordu gerçekten de belki. İnsan yakınlaşmak istemediği biriyle bu denli mesajlaşmazdı ki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
haykırışlar ve yakarışlar üzerine | tk
Fanfiction🛌🪟"elimde sıkıca tuttuğum düşsün istemiyorum"