Weizhu şehrinin insanları için hayatın yolları uzundur, dolambaçlıdır. Ne yapacaklarını bilemeden savrulan süs balıkları gibi her köşesine dağılırlar bu şehrin. Kimi tüccarlık yapar, kimi bir asker olmayı seçer. Kimi demircidir, kimi eğitmendir, kimi öğretmen.
Binbir çeşit insanın bir araya geldiği bu şehrin göbeğinde, soyları derinlere işlemiş klanların çocukları için ise hayat daha da dolambaçlı olmak zorundadır.
Kollarından daha kalın kitapları okurken, sokaklarda koşuşturup oynayan çocukları her gün görüp gıpta eden taraf olmaları ironik midir?
Kimi nasıl tanırsınız?
Tanıdığınız kadarıyla yetinir misiniz?
En önemlisi, hangi hikayeye nereden baktığınızın en tepeden bakıldığında ne kadar önemsiz kaldığını hiç fark ettiniz mi?
Her insan için ayrılmış anlamlar denizinden bir ağ dolusu küfür çekmeye benzer böylesi.
Kadere anlam yüklemek ne kadar anlamlıdır?
ー
Wu Klanı, Antrenman Avlusu.
Bambu silahların çarpışma sesleri bütün avluyu dolduruyordu. Wu Jie ve Wu Xue karşılıklı bir ileri, bir geri dans ediyorlarken birbirlerinin hareketlerini kilitlenerek seyrediyorlardı.
Savaşçı yetiştiren bir klanın çocuklarının savaşmayı bilmemesi büyük ayıptı. Erken yaşlarından beri birçok silahta eğitim görüp, yakın dövüşte kendilerini nasıl savunacağını öğrenmişlerdi. Wu Jie, kılıç kullanmayı severdi. Dedesinin tarzını benimsemiş, kılıcı diğer her silahtan üstün görmeye başlamıştı.
Wu Xue ise bir çift bambu hançer kullanıyordu, tek yaptığı nazikçe kardeşinin hamlelerini savuşturmak veya sıyrılmaktı. Hiçbir zaman durmayacak, temiz bir akarsu gibi her şeyden sıyrılıyordu. Wu Jie ileri adımlarken sert bir şekilde bambu kılıcı savurdu. Ablasını bugüne kadar bir kez bile yenememişti, her meydan okumasında daha da hırslanıyordu.
Wu Xue geri adımlayıp, sağa doğru çekilerek kardeşinin kılıcından sıyrıldı ve hançeri ile saplayıp tam boğazının önünde durdu.
"Dönüm noktası, bininci kez kaybettin." dedi Wu Xue.
Küçük Jie somurtuyordu, ne kadar teknik denerse denesin bir işe yaramıyordu. Ne kadar güçlü olduğunun bir önemi yoktu. Her seferinde ablası hızlıca ölümcül bir noktaya hançerini değdiriyordu. Savaşırken dans edermiş gibi narin ve akıcı görünüyordu.
"Tekrar!" diye bağırdı Jie aceleyle.
"Gel." diye cevap verdi kardeşine Xue, duruşunu aldı.
O esnada avlunun kapısı açıldı ve içeri üç kişi girdi. Yaşları Wu Xue ile benzer çocuklardı bunlar. Biri kız, ikisi erkek. Diğer ikisinin önünde yürüyen çocuğun adı Wu Tian idi. Wu Hao'nun en büyük oğlu, klanın bir sonraki lideri olan Wu Xuan'ın oğluydu. Yolunun üstünde duran her şeyi hor gören gözleri avlunun öbür ucundan bile fark edilebiliyordu.
Arkasından gelen kızın adı Wu Ning, çocuğun adı ise Wu Bai idi. Wu Bai ve Wu Tian kardeşlerdi. Kardeşine nazaran Wu Bai çekingen ve itaatkar biriydi. Kurallara karşı gelecek hiçbir şey yapmazdı. Wu Ning ise klanın ikinci varisinin tek kızıydı. Henüz ufak olmasına rağmen alımlı ve şirin görüntüsüyle klandaki herkesin mıncıklama isteğini toplardı.
"Kimler varmış burada böyle!" diye seslendi yaklaşırken Wu Tian.
"Wu Xie'nin piçleri, kim size avluyu kullanabileceğinizi söyledi?" diye baskıcı bir tonla sordu kardeşlere.