Ertesi sabah uyandığımda, yine her zamanki gibi giyindim, kahvaltımı yaptım ve evden çıktım. Bugün edebiyat sınavım vardı. Çok çalışmıştım ama yine de düşük almaktan korkuyordum. Yeni edebiyat Hocasının soru tarzını bilmiyordum ve bu daha çok gerilmeme neden oluyordu.
Okula vardığımda 4. Kata çıkıp A sınıfına girdim. kendi sırama oturup, çalışırken çıkardığım ders özetlerine tekrar tekrar bakmaya koyuldum. Neredeyse çıkardığım özetin hepsini ezberlemiştim ama yine de tedirgindim.
Zil çaldı ve din Hocası sınıfa girdiğinde her zamanki gibi, "Selamün Aleyküm çocuklar." Diyerek öğretmenler masasına yöneldi.
Sınıf hep bir ağızdan "Aleyküm selam." Diye bağırırken kimi hızlı söylüyor, kimi yavaş söylüyordu. Bu yüzden ben Hoca'nın selamını kimsenin duymayacağı bir şekilde, ergen sürüsü gibi bağırmayarak aldım.
Hoca yoklamayı aldıktan sonra 3. ders sınavımız olduğu için bizi serbest bıraktı. Herkes çalışmak için birbirinin yanına geçerken ben çıkardıkları sesten aşırı rahatsız olmuştum. Çalışmak için değil, dedikodu yapmak için birbirinin yanına geçtiklerine adım kadar emindim. Neden birbirlerinin yanına geçiyorlardı ki? O kadar zamandır öğrenemedikleri şeyleri sınava iki ders kala mı öğreneceklerdi? Sınava az kala çalışmak, genel bir tekrar yapmak için diye düşünüyordum. Genel tekrarı da kendimiz yapsak çok daha iyiydi.
Ben ders çalışırken önce video izler, ardından videodan, ders kitabından, konu anlatımlı test kitabından özet çıkarırdım. Sonra çıkardığım özetleri bir kere okuyarak o konunun testini çözerdim. Böyle çok verimli çalışabiliyordum. Herkesin anlayış şekli farklıydı, ben böyle anlıyordum. Kendim özetini çıkarmadığım dersten hiçbir şey anlamazdım.
Nihayet ders bittiğinde Ebrar'la Ayde sınıfın kapısına gelmişti. Onları görüp yanlarına gittim. "Nasıl geçti ders?" Diye sordu Ayde sevecen bir şekilde.
"İdare eder, sınava çalıştınız mı?" Diye sordum birlikte koridorda yürümeye başlarken.
"Ben çalıştım ama bilmiyorum ya," dedi Ayde. Ayde sınıf birincisiydi. Çok çalışmasa da hep yüksek alırdı. Bizim gibi boş işlerle uğraşmaz, dersine odaklanırdı.
Ebrar, "Biraz çalıştım bende." Dedi. O da sınıfın ikincisiydi. O da fazla boş işlerle uğraşmazdı.
Merdivenlerden gülerek inerken nereye gittiğimizi bilmiyordum. Ebrar bilmem kaçıncı defa bana dönüp gülerek "Ya sen Elif Hocaya çok benziyorsun." Dedi. Birine benzetilmekten hoşlanmıyordum. Hep bunu söylediği için de biraz alınmıştım ama hiç belli etmeden, yapmacık bir gülüşle "Sende bütün Hocalara benziyorsun Ebrar." Dedim.
Bunu çok yüksek sesle söylemediğim için Ebrar duymamış olacak ki, "Ne? Duymadım, kime benziyorum?" Diye sordu hâlâ gülmeye devam ederken.
O sırada merdivenlerin diğer tarafından geçen Emrah Hocayı görüp, "Emrah Hocaya benziyorsun Ebrar." Dedim bende gülerek. Bunu Ebrarı gerçekten Emrah Hocaya benzettiğim için değil, o an karşıma o çıktığı için söylemiştim.
Emrah Hoca; İri yapılı, boyu yaklaşık 1.90 olan, hafif sakallı, esmer, sürekli kaşları çatık gezen bir Hoca'ydı.
Ebrar bu söylediğime alındı. Alındı ve hiç bir şey söylemeden dönüp yukarı çıkmaya başladı. Bizde onun peşinden giderken "Ebrar!" Diye seslendim arkasından ama dönüp bakmadı. Yüzü asılmıştı.
4. Kata geldiğimizde Ebrar hızlı hızlı yürüyerek sınıfa -B sınıfına- girdi. Ama ben o sınıfa giremezdim ki Ebrar! Nasıl gönlünü alacaktım?
Ayde'ye dönerek "Ben ciddi değildim." Dedim. Keşke Ebrarı, Emrah Hocaya benzetmeseydim. Ama o da beni Elif hocaya benzetmişti!