Sen hayatını mahvet, ben kenardan izleyeceğim.
-Fyodor Dostoyevski, Kumarbaz.
2.Bölüm: "Ay."
Merhameti tatmayan, iyiliği bilmeyen bir insan acı çekemezdi. Aydınlığı hiç görmemiş biri karanlıkta olduğunun farkına varamazdı. Kaybolmuş bir ruh kendi evini hiçlik bellerdi, yolları bilmezdi. Cehennemin ortasına doğmuş birine bu yüzden cennettin varlığından bahsedemezdiniz.
Kim Taehyung'a baktığımda burnuma çalınan o soyut kan kokusunu duyabiliyordum. Fakat bunun farkında olanın sadece ben olduğumu da biliyordum. Kim Taehyung içine çektiği her nefeste üzerine bulaşan o irini soluyordu, ferahlık nedir bilemezdi.
Çok yazıktı.
Sorularımın yazılı olduğu kağıdı daha sıkı kavrayarak sesimin gür çıkması için boğazımı hafifçe temizledim. Herkes gittikten sonra üzerimde oluşturmaya çalıştığı baskıyı ve bakışlarını umursamadan mikrofonları ayarlamış, yanımdaki defterle kalemi alarak muhattap olmadan sorulara başlamıştım. Geçirdiğimiz on beş dakikada garip bakışlarını saymazsam, rahatsız olacağım hiçbir şey yapmamıştı.
"Nasıl bir çocukluk geçirdiniz? İnsanlar geçmişte ağır travmalarınız olduğundan dolayı böyle olduğunuzu düşünüyor." dedim. Listede ortalara varmış olsam da, asıl sorularım yeni başlıyordu.
"Böyle? Nasıl böyle?" diyerek tek kaşını havaya kaldırdığında, benimle oynadığının bilincinde bir tepki vermedim. Zaten beni beklemeden konuşmasına devam etti ve "Hiçbir duygusu olmayan bir canavar mı? Her an vahşet çıkarmaya hazır olan kelle avcısı mı yoksa?" dedi.
Söyledikleriyle anlık olarak duraksadım, böyle bir karşılık beklemiyordum. Cevap vermeden önce ne diyebileceğimi düşünmek için kuruyan dudaklarımı hızlıca dilimle ıslattım. Bakışları saniyelik olarak dudaklarıma kaysa da, odağını yeniden gözlerime çevirip yanıt beklercesine dikkat kesilmişti. Tepkilerimi ölçüyor, kendince beni oyunlarına alet edip test ediyordu bunun farkındaydım. Amacının ne olduğunu çözemesem de gayet sakin bir şekilde "Ben böyle bir şey söylemedim," dedim.
"Yani benim öyle olduğumu düşünmüyor musun?" diyerek tekrar ifadesiz bir surata büründüğünde başımı yavaşça salladım.
"Buraya düşüncelerimi belirtmeye gelmedim. Sorumu cevaplayacak mısınız?"
"Hepimizin travmaları var, muhabir Jeon." dedi sanki havadan sudan konuşuyormuş gibi. Sesi stabil, bakışları gayet normaldi. "Fakat hiç kimse sadece travmaları var diye elinde silahla sokakları taramıyor. Kötü bir geçmiş yahut travmaları neden olarak kabul etmek çok basit bir eylem olur, her zaman dahası vardır."
Söyledikleriyle kaşlarımı istemsizce çattım. Bilinci oldukça yerindeydi ve karşımda oturup mantıklı bir şekilde kendini ifade edebiliyor olması beni dehşete sürüklemişti. Ne yaptığını biliyor, bundan basit bir şekilde bahsedip hiçbir duygu belirtisi olmadan yorumlayabiliyordu. Her şey gayet normaldi onun için, basite indirgemek çocuk oyuncağı gibiydi.
Kim Taehyung sikik bir sosyopattı.
"Peki bu dahanın arkasında ne var? Neden yaptınız?" diye sorduğumda kendimi tutamamış ve yarattığı vahşeti bu denli basitlemesine sinirlenerek sert sayılabilecek bir şekilde çıkışmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Me And The Devil |taekook
FanfictionKim Taehyung idam mahkumu bir seri katildi, Jeon Jeongguk ise onunla röportaj yapmaya gitmiş bir gazeteci. ●●●●●●● Seninle şafağın ateşinde tutuşmaya başlamış karanlığın iki tarafındayız. Yan yanayız ama yanımda değilsin. Alevler bizi yakalayana dek...