Manevi günahlar şiddetle ve dikkatle yargılanırdı, etin günahlarına ise hiç aldırış edilmezdi. Ete tanınan bu garip özgürlük bozucuydu ve bazı durumlarda, anımsaması dehşet ve acı verici olan sonuçlara yol açardı.
-Dostoyevski, Edward Hallet Carr.
5.Bölüm: "Tutsak."
Dünü düşünmekten ve gelecek için kaygılanmaktan bugünü yitiriyorduk.
Zamanın geçmişteki sayfaları savurup kendisiyle beraber götürmesine izin vermek yerine omuzlarımızda taşıyor, siyah lekeler bugünün yazısının okunmasını engellerken ve ileride henüz yürüyeceğimiz uzunca bir yol varken; kamburumuz çıkmış bir şekilde, bitkin ve elindeki bugünü geçmişe kurban ettikçe ağırlaşan bir yükle geleceğin belirsizliğini aydınlatmaya çabalıyorduk. Geleceğe ulaşamıyorduk, aydınlatamıyorduk çünkü iki zamanın arasında sönüp tükeniyorduk.
Zaman daima bizimle beraber ilerlerdi. Zaten gelecek, bir gün bugünüm olacaktı ve geçmiş hepsini avlamak için tam arkamdan benimle gelecekti. Biri olması gerektiği yerden başka bir yere konulursa, zamanın içinden akması gereken her şey üzerine devrilirdi insanın.
Gözlerimdeki yanma uykusuzluktan ya da çok fazla ağlamamdan ziyade, sürekli baktığım o geçmişin irislerimde tutuştuğunu hissetmemdendi. Bir süre önce dinip yanağımda kuruyan gözyaşlarımın, yüzümde yer edinen yaraları canımı acıtacak şekilde germesini umursamadan, bağdaş kurduğum yatağın tam karşısında duran pencereden sessizce dışarıyı izlemeye devam ediyordum.
Hiç bitmeyecekmiş gibi beni sarmalayan bir sancının koynunda yatıyordum.
Benzinlikteki çocuğa ne olmuştu bilmiyorum. Muhtemelen sabah vardiyasına gelecek olan kasiyer onu çoktan görmüş ve polislere haber vermişti. Bu iyiydi, en azından ailesinin teslim alacağı bir cenazesi olacaktı. Onu hiçbir zaman unutmayacaktım, ruhumun ellerinde artık onun kanı varken, unutamayacaktım.
Kim Taehyung'un beni bir paçavra gibi arabaya çekiştirişini hayal meyal hatırlıyorum. Sürücü koltuğunda o, yanında ben vardım dönüşte. Kim Taehyung'un tehditleri o esnada kulağımda bir çınlama gibiydi. Tüm odağım markette, artık ölü olan o çocuğun yanında kalmıştı. İstesem de olanları kavrayamıyordum. Zihnimde o anlar bir döngüye sıkışmışım gibi tekrarlanmaya devam ediyordu. Markete giriyor, kasiyer çocuğa doğru koşuyordum ve her defasında onun cansız bedeni ayaklarımın dibine düşüyordu. İkimiz de kurtulamıyorduk.
İsmimin gölgesine onun kanıyla katil yazılıyordu.
İsteyerek yapmamıştım.
Kim Seokjin'in hala kendine gelememiş bedeni arka koltukta, Namjoon'un kucağında uzanmıştı. Esmer olanın transa girmiş gibi, panikle yol boyunca kulağına bir şeyler fısıldadığını duyabiliyordum. Ama Seokjin o ne söylerse söylesin tepki vermiyor, kan kaybetmekten solgunlaşmış yüzüyle öylece uzanmaya devam ediyordu. İsteyerek yapmamıştım, bu bir şeyi değiştirmiyordu ama gerçekten ikisinin de ölmesini istememiştim.
Gerçi Kim Seokjin'in yaşayıp yaşamadığını bilmiyordum. Umarım hala hayattaydı.
Kim Taehyung'un hız sınırlarını zorlayarak kısalttığı yolun sonunda, gerçek anlamda etrafta sadece ormanda yaşayan yırtıcılar dışında hiçbir varlığın olmadığı bir dağ evine varmıştık. Namjoon, Seokjin'i kucaklayıp en önden içeri koştururken, yanımdaki celladım yine bileğimden tutarak beni çekiştirmiş ve hiçbir yere bakmama fırsat vermeden yukarı katta dizili olan odalardan birine gerçekten de fırlatmıştı. Zaten şoku tam anlamıyla atlatamamış bedenim, bir anda Kim Taehyung'un yüzüme sertçe vurmasıyla iyice donuklaşmış ve dizlerinin üzerine düşmüştü. Burnumdan dudaklarıma doğru akan ılık sıvıyı hissedebilmiştim. Fakat Kim Taehyung'un saç köklerimi koparırcasına kavraması ve ölüm saçan buz gözleriyle "O tanrına dua at Jeon, dua et ki Seokjin'e bir şey olmasın. Ona en ufak bir zarar gelirse seni mahvederim." demesi hala zihnimde tazeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Me And The Devil |taekook
FanfictionKim Taehyung idam mahkumu bir seri katildi, Jeon Jeongguk ise onunla röportaj yapmaya gitmiş bir gazeteci. ●●●●●●● Seninle şafağın ateşinde tutuşmaya başlamış karanlığın iki tarafındayız. Yan yanayız ama yanımda değilsin. Alevler bizi yakalayana dek...