Ne yazık ki ruhun tükenmesi ve bedenin bozulması el ele gelir. Ve hepsi bu değil.
-Ardından, Natsume Soseki.
6.Bölüm: "Kupa Beşlisi."
İnsanın içine attığı her bir çığlık ruhu yaralardı. Yaralanan bir ruhsa, oyuklarından akan zehri bedene akıtırdı. Bu zehri kusamayan insanların bedeni kefaret olarak içinde kötürüm kalmış bir ruhu ebediyen taşımaya mahkumdu.
Bedeller vardı, ödenirdi. Düşmanı aynanın karşısına düşen yansıması olan insanların ödediği bellerse hiç şüphesiz en ağırıydı. Kimse, kendisi dışında nasıl ruhuna ölümcül bir şekilde saldıracağını bilemezdi.
Aynaya baktığımda gördüğüm tek şey bakışları bana yabancı olan bir beden olmuş, hiçbir zaman ötesine geçememişti. Ben yabancıydım bana. Bana en uzak kişi bendim yine. İçinde barındığı bedenle arasına duvarlar örmüş olan ruhum yirmi dört senedir karanlıkta, ıssız bir soğuğun ortasında bir başına kalarak bedelini ödüyordu.
Öyleyse şimdi ödediğim şey, gebe bıraktığım hangi günahın rahminden dökülmüştü?
"Böyle bir şey yapmaya nasıl cesaret eder?"
Yabancı gelen ses ilk başta bir perdenin arkasından geliyormuşçasına ağrıdan ağırlaşmış ve her şeyin birbirine karıştığı zihnime düşse de, ikinci kere konuştuğunda artık bunun Seokjin olduğunu anlayabileceğim kadar netti. Ne olduğunu anlayamıyordum. "Ölüme kendi ayaklarıyla koştu resmen, delilik bu."
"Zaten ölümün yanındaydı. Yüzüne bak, nasıl inatçı olduğunu görmüyor musun? Kabullenene dek her yolu deneyecek."
Kim Taehyung'un sesini yakınımda duyduğumda, en son yaşanan şeyler birer birer aklıma düştü ve ben neler olduğunu sonunda anlayarak başımdaki ağrı yüzünden rahatsızca kıpırdandım. Saniyeler geçtikçe kendime geliyor, etrafımda olanları ve bedenimdeki ağrıları daha rahat algılayabiliyordum.
"Kendine geliyor." dedi Seokjin düşüncelerimi desteklemek ister gibi. Oysa ben ayılmak istemiyordum. Boğazımdaki yumru kendine yer edinmek ister gibi olduğu yerde ağırlaştı, kalbim göğsüme korkuyla vuruyordu.
Bana ne yapacaktı?
Ondan kaçamayacağımı biliyordum. Eninde sonunda kendime tamamen gelecek ve onunla yüzleşecektim. Bunu ertelemenin bir anlamı olmadığından olduğum yerde gözlerimi kırpıştırarak yavaşça araladım. Boğazımda saçma bir kuruluk vardı, başımdaki ağrı gözlerimi açmamı bekliyormuş gibi anında kendini şakaklarıma vurduğunda yüzümü buruşturdum.
Beni en başta getirdikleri odada, yumuşak yatağın üstünde sırtüstü yatıyordum. Başım sola düştüğünden, bakış açıma ilk giren kişi ayakta dikilen Seokjin olmuştu. Bal rengi gözleri kendime geldiğimi anladığında kocaman açıldı, bakışlarında büyük bir rahatlama vardı.
Elimde olmadan o an onu Jimin'e benzettim. İçim özlemle kıyıldı, endişeden perişan olmuş olmalıydı. Neyse ki Hoseok vardı, kendisi ne durumda olursun olsun önemsemeden onu sakinleştirirdi.
Ben daha içimde ona bakacak cesareti toparlayamadan, Kim Taehyung'un eli çenemi parmak uçlarıyla kavrayıp kendisine doğru çevirdi. Başım aniden sağa döndüğünden dolayı bir anlığına sarsılsa da, güneşin arkadan vurduğu yüzünü net bir şekilde görebilmiştim. Seokjin'in aksine ayakta değil, tam yanımda oturuyordu ve üstte kalan bakışlarıyla bana bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Me And The Devil |taekook
FanfictionKim Taehyung idam mahkumu bir seri katildi, Jeon Jeongguk ise onunla röportaj yapmaya gitmiş bir gazeteci. ●●●●●●● Seninle şafağın ateşinde tutuşmaya başlamış karanlığın iki tarafındayız. Yan yanayız ama yanımda değilsin. Alevler bizi yakalayana dek...