Bulanık bir bilinç parçalanmış bir hayatı beraberinde getirir.
-Victor Hugo, Sefiller 2.
9.Bölüm: "Karmaşa."
Geçmiş, zihnimde dibini göremediğim üzeri bulanık suyla kaplanmış derin bir kuyuydu. İçerisini ne görebiliyor ne de ulaşabiliyordum. Buna rağmen elimi o gri suyun yüzeyinde gezdirdiğimde bazen puslu anılar yüzeye yansıyordu. Bana neden o suyla oynamamam gerektiğini hatırlatır gibi parmaklarımın arasından akardı her defasında. Üzeri sığ, dibi bataklıktı o kuyunun.
Şimdiyse elimi yüzeyinde gezdirirken kendimi bir anda kuyunun dibinde bulmuşum gibi hissediyordum. Geçmişimle bugünüm birbirine karışmıştı sanki, artık ayırt edemiyordum. Hangisinin içerisinde olmak daha kötüydü?
Güneşin gökyüzünde giderek geriye çekildiği bir andı. Yağmur taneleri teker teker arabanın camına düşüyor, çıkan ses ve radyoda zar zor duyabildiğim müzik aramızdaki saatler süren sessizliği bozan tek şey olmaya devam ediyordu. Ön koltukta ayakkabılarımı çoktan çıkarmış, dizlerimi kendime çekerek başımı pencereye doğru dönmüştüm. Siyah hoodiemin kapşonunu kafama çektiğimden Kim Taehyung'u göremiyordum. Arka koltukta Seokjin'in yola çıkmadan önce verdiği atıştırmalıklar vardı fakat ne ben ne de o yola çıktığımızdan beri hiçbir şeye dokunmamıştık.
Kim Taehyung'un gergin olduğunu hissedebiliyordum. Varlığımı ona hatırlatmak en son istediğim şey olduğu için gözümü yoldan hiç ayırmadım. Saatlerdir konuşmadığımdan zihnim derinlerinde sakladığı her bir anı yüzeye çıkarmış, benimle yeni bir savaş başlatmıştı. Öyle ki düşünmekten ve düşünmemeye çalışmaktan başımın ağrısı katlanamayacağım bir hal almıştı ve ben en sonunda pes etmiş, zihnimdeki her şey koca dalgalar olup üzerime vururken beni kıyıdan uzaklaştırıp içine çekmesine izin vermiştim. Camın ardına yansıyan dalgalardan biri beni bambaşka bir yolculuğa savurmuştu. Yine bir arabada, ön koltuktaydım fakat yanımda Jimin ve Hoseok vardı. Sonunda hepimiz yıllık izinlerimizi kullanarak bir haftalık bir tatile çıkıyorduk.
Dalgaların yuttuğu bedenimde hakim olan huzuru ve mutluluğu hissedebiliyordum. Arabada çalan yüksek sesli Bohemian Rhapsody ve ona eşlik eden arka koltuktaki Jimin'in sesi.
"Yavaş ye Jimin," demişti Hoseok. İkimiz yabancısı olduğumuz yolları navigasyondan bulmaya çalışıyorduk ve yönleri tarif etme görevi bendeydi. "Jeju'da hazır sandiviçlerden daha güzel şeyler olduğuna eminim."
"Hoseok ilerideki sağdan döneceğiz ve düz ilerledikten sonra otel karşımıza çıkacak." demiştim ben de yorgunlukla. Uçuşun bitkinliği yetmezmiş gibi oteli bir türlü bulamıyorduk ve yirmi dakikadır sokaklarda dolanıyorduk. Buna rağmen ilk defa arkadaşlarımla tatile çıkmanın keyfini hissediyordum, mutluydum işte.
"Emin misin Jeongguk? On beş dakika önce döndüğümüz kavşakta da aynısını söylemiştin."
"Otelin sitesine girip bir yıldız vereceğim ve daha düşük verilmediğinden bir yıldız verdim diye de açıklama yazacağım." diyen Jimin'di. Bağdaş kurduğu koltuktan bizim tarafımıza doğru eğildi ve gülümsedi. "Seneye nereye gidelim dersiniz? Pocheon çok güzel oluyormuş diye duydum."
"Otelin yolunu bulamıyorken Pocheon'un yolunu bulacağımızdan emin değilim." demiştim ben de. Sonrasında ise Hoseok'un attığı çığlık yüzünden ikimiz de sıçramıştık ve konu öylece dağılmıştı. O çığlığın yankısı hala kulaklarımdaydı. "Aman tanrım orada!" diye bağırmasıyla beraber yola dönen gözlerim ileride rezervasyon yaptırdığımız otelin tabelasını görmemizle anlam kazanmıştı. Hoseok'un ardından Jimin'in sanki çölde su bulmuş gibi çığlık atmasını başımı koltuğun arka kısmına art arda vurarak karşılamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Me And The Devil |taekook
FanfictionKim Taehyung idam mahkumu bir seri katildi, Jeon Jeongguk ise onunla röportaj yapmaya gitmiş bir gazeteci. ●●●●●●● Seninle şafağın ateşinde tutuşmaya başlamış karanlığın iki tarafındayız. Yan yanayız ama yanımda değilsin. Alevler bizi yakalayana dek...