Merhaba nasılsınız?
Ben çok iyiyim teşekkür ederim.
İyi okumalar
4.bölüm "Teoman"
Esmehan
Güneş doğmaya başlamışken Latin alfabesinde Neşe hatunun daha önce yazdığı kelimeleri yazıyordum. Görsel hafızam iyiydi bu yüzden çok zorlanmıyordum ama çok zorlanmamam zorlanmadığım anlamına gelmezdi.
Osmanlı'nın Açinası, Türkiye'de bir balaya dönüşmüştü. "Osmanlı Sultan Süleyman sonrasında yirmi altı tane daha padişah gördü. Birçok döneme tanıklık etti. 1.Dünya harbinden sonra Sevr barış antlaşmasına zorlandı fakat karşı çıkılması ve milli mücadele sonrası Lozan barış antlaşması imzalandı."
"Asıl mesele zaten ondan sonra başladı." Duyduğum erkek sesiyle adeta yerimden zıplamıştım. Duvara baktığımda Neşe hatunun anlattığı makinenin çalıştığını gördüm. Bana bu makinenin erkek rehberimin sesini bana vereceğini ve benim sesimi ona belli etmeden göndereceğini, bu alet sayesinde birbirimizi görmemize gerek olmadığını söylemişti.
Aslında çok güzel bir şeydi, tabii kullanmayı başarabilseydim. "Makineyi açık unutmuş olmalıyım." Erkek rehber cevap verdi. "Aynen öyle yapmışsın, az önce akıllı saatime ve telefonuma aletin bir buçuk saattir açık olduğu uyarısı geldi ve seni kontrol etmem istendi. Eğer fiziksel bir problemin yoksa lütfen en sağındaki beyaz düğmeye basar mısın?"
Dediğini yaptım, sesi bezmiş gibiydi. "Kusura bakma, kullanmayı tam olarak bilmiyorum. Nasıl kapatabilirim peki bu şeyi?" "Onun adı ses yansıtıcı, odadan dışarı ve odadan içeri olan en düşük ses iletme cihazı. Normalde istihbarat verme ve yardım isteme gibi konularda kullanılıyor. Ayrıca kırmızı düğmeye basarak kapatılıyor, öğle namazından sonra Neşe hatun seni kontrole gelecek. O zamana kadar kendine iyi bak ve lütfen ses yansıtıcıyı kapatmayı unutma."
Kırmızı düğmeye bastım, Neşe hatunun aksine erkek rehberimin burada olmaktan mutlu olmadığını düşünüyordum. Yine de bilgi aktarıyordu. Rehberlerimle iyi geçinmek zorundaydım çünkü bana sadece onlar yardım edebilirdi.
Latin alfabesinde yazma çalışmama devam ettim, kendimi ilerletmem şarttı yoksa sadece yük olurdum.
***
"Teoman için üzgünüm." Kaşlarımı çattım. "Teoman?" Gülümsedi. "Senin erkek rehberin, sabah namazının biraz sonrası kapına dayanan adam..."
Demek erkek rehberimin adı Teoman'dı. "Hayır sorun değil, ses yansıtıcıyı kapatmayı unutmuşum bu yüzden beni uyarmaya gelmiş, yani yanlış bir şey yapmadı."
Yanıma oturdu. "Normalde sert bir kişiliği yok, sinirli olmasının sebebi Heyet tarafından ceza almış olması yoksa inan bana harika biridir." "Ceza mı?" "Evet ceza, kendisi bir hainin infazını Heyet'ten habersiz gerçekleştirdiği için bir yıl operasyonellikyen men edildi." "Anladım"
Anlaşılan her şey değişse de Heyet değişmemişti. Hâlâ 'Bizden izinsiz nefes bile alma' duruşunu sergiliyordu. "Vay canına" Neşe hatunun tepkisine şaşırdım. "Ne oldu?" "Seni ilk kez bu kadar canlı gülümserken görüyorum. Bu gerçekten çok güzel. Tabi bu bir şeyi de merak etmeme neden oluyor: nedir seni bu kadar canlı ve içten gülümseten?"
"Yaşadığım zamandan bu zaman her şey çok değişmiş Neşe hatun, bu yer bana öyle yabancı ki... Sen Aksakallılar meclisinin, Teoman beye verdiği cezanın nedenini söyleyince onların değişmediğini düşündüm ve ilk defa bana yabancı gelmeyen bir şey olduğu için de bu beni gülümsetti."
Dudaklarını büzdü. "O kadar da kötü değil. En azından Ayasofya'nın cami olduğu bir zaman..." Yanlış bir şey söylediğini anlamış gibi hızla ağzını kapattı. "Ayasofya'nın cami olmadığı zamanlarda mı vardı?"
Yok canım bunu niye yapsınlar, yok yapmazlar. Sonuç olarak Ayasofya'nın önemi bilinen bir şeydi, hangi güç müslümanların elinden onu alabilirdi ki... Sonuçta Osmanlı'nın mirasçıları olduklarını söylemişlerdi.
"Şey..." "Şey derken Neşe hatun, vardı yani?" Dudaklarını dişledi. "Aslında-" Sözünü kestim. "Diliniz benzemez, yazınız benzemez, takviminiz benzemez, yönetiminiz benzemez! Nasıl mirasçısınız siz?"
"Bu benim suçum değil karar bundan 89 yıl önce alındı, ben o zaman doğmamıştım bile! Ayrıca çok şükür 2020 yılında tekrardan layık olduğu statüye kavuştu." Elimi şaşkınlıkla ağzıma koydum. "Yani sen bana diyorsun ki o mabed 86 yıl boyunca kapalıydı?" "Müzeydi." "Müze... Müze de ne?"
"Toplumun hizmetinde olan ve onun gelişimi için çalışan, insanlığın somut ve somut olmayan kültürel mirası ile çevresini tanıması ve sahiplenmesi amacıyla ilmi yöntemlerle açığa çıkaran, inceleyen, değerlendiren, koleksiyonlar oluşturan, koruyan, tanıtan, sürekli ve geçici olarak sergileyen, eğiten, kültürel, sanatsal zevkini ve dünya görüşünü geliştirmesinde etkili olan, kamuya açık, kar amacı gütmeyen daimi kuruluş."
Anladığımı düşünmüyordum. "Peki bir müzede nasıl ibadet edilir?" "Edilmez." "O zaman çırpınma Neşe hatun basbayağı kapatılmış işte." Derin bir iç çekti. "Bunu ben istemedim, cami olarak açıldığı ilk günlerde hep oradaydım. Bu haberi ilk duyduğumda sevinçten ağlamıştım bile..."
Başımı salladım, haklıydı, onu suçlayanazdım. "En azından açıldıktan sonra gelmişim buraya değil mi Neşe hatun?" Gülümseyerek beni onayladı. "Ses deneme bir, iki ben yine yeni yeniden ben! Hanımlar hadi ama..." Teoman beyin sabah saatindeki sesinin aksine şu an sesi pek bir neşeli geliyordu.
Neşe hatun yeşil düğmeye bastı. "Ne oldu Teoman, yemekhanedeki yiyecekleri silip süpürdükten sonra uğraşacak bir şey bulamadın da bizimle mi uğraşmaya karar verdin?"
"Haşa hatunum ben müstakbel zevceniz ne zaman sizinle uğraştım?" gözlerini deviren Neşe hatun cevap vermekte gecikmedi. "Bu konuyu bilahare istişare edeceğiz ama şu anlık kafi Teoman bey!"
"Ya tamam kızma, sonuç olarak ben de bir rehberim ve seninle beraber benim de Esmehan hatuna bu zaman ile ilgili bilgiler vermem gerekiyor. Ben de bundan dolayı üçümüzün bir tura çıkabileceğini düşündüm ve bunu da Heyet'e sordum ama şimdilik bunun olmayacağını ve bunun için on dört Mayıs'taki balkon konuşmasından sonra olabileceğini, o zamana kadar ise Esmehan hatunun şu anki zamana yetişmesi gerektiğini ve bunu da bizim yapacağımızı söylediler. Eğer yapamazsak bizi falakaya yatıracaklarını da eklediler. Ben de bunu haber vermeye geldim, ayrıca yemekhane gerçekten güzel yemekler yapıyor, karşı koyamıyorum bunun için beni suçlayamazsın."
Kaşlarımı çattım. "Balkon konuşması da nedir?" Teoman bey yanıtladı. "Bir seçim sonrası 'Ne patates ne soğan nasıl koydu yine yeni ve yeniden Erdoğan' tarzında bir zafer konuşması diyebiliriz."
Ben gözlerimi büyütürken Neşe hatun güldü. Bu kelimeleri nasıl teleffuz etmişti hem de iki kadının yanında?
"Esmehan, öğrenmen gereken bir şey de ne yazık ki bu: edebimizi yavaş yavaş içten yıktılar ve ne yazık ki biz de bundan nasibimizi aldık. Şu an Teoman'ın söylediği şey inan bana devede kulak kalır. Bunun için üzgünüm ama böyle..." Aklım almıyordu ve muhtemelen almayacaktı. Her şey gitmişti, mirasçılar onlar... Her neyse.
"Seçim nedir?" Teoman cevap verdi. "Halkın hükümdarını, valisini veya sözcüsünü seçtiği bir olay denilebilir. Beş yılda bir tekrar eden bir olaydır." Demek halk hükümdarını kendi seçiyordu? Hayır şaşırtmamıştım, Neşe hatun zaten hanedanlığın olmadığını söylemişti. "Erdoğan?"
Neşe hatun gülümseyerek cevap verdi. "12.Cumhurbaşkanımız, bu kendisi yirmi senelik bir iktidar dönemi yaşadığı ve her genel seçimi kazandığı için Teoman öyle dedi." Teoman bey ekledi. "Senin açından düşünürsek şu anki sultanımız da denilebilir."
Başımı salladım, kafamdaki soru işaretlerinin biri gidiyor yerine ikisi geliyordu ve benim o işaretleri atmam için zamana ihtiyacım vardı.
Fazla zamana...
***
Esmehan'ın yerinde olsaydınız siz ne düşünürdünüz?
Allah'a Emanet Olun
