Kalbim Susana Kadar...

57 4 0
                                    

Evet... O bir silah sesi idi. Filmlerdeki gibi... Sadece silah sesi duyuldu, ama kimin vurulduğu merak konusuydu...

"Ömer..."

Benim vurulmam gerekirken o vurulmuştu. Ömer... Şuan ise tek yapabildiğim hastane köşelerinde gözyaşlarım ve Can ile doktordan Ömer ile ilgili gelecek olan haberi beklemekti... Başkada bir çarem yoktu. Doktor değildim, iyileştiremezdim.
Güzel değildim, kendimi ona affettiremez ya da sevdiremezdim...

Ama en çok ne koyuyor biliyor musunuz? Bu olayın benim gözlerimin önünde olup benim yüzümden oluşu...

Ertesi Gün...

Dün gece hiç uyuyamadım. Pişmanlıktan mı korkudan mı ben bile bilmiyordum. Tek istediğim onun uyanması idi. Tek istediğim Ömer'in tekrar uyanması idi. Ya da en azından bir doktorun çıkıp 'o iyi' demesi bile yeterdi bizim için.

"Karşıda fırın var. Poğaça-simit alalım mı? Acıkmışsındır."

Can'ın sorusu ile ona döndüm.

"Birşey istemiyorum." Dedim tekdüze bir sesle.

Can derin bir iç çekti ve kafasını bana çevirdi.

"Bak yağmur. Biliyorum üzgünsün. Ben de üzgünüm. Ama bu herhangi birşeyi değiştirmiyor. Bir şekilde yemek yemen lazım. Lütfen... En azından kendin için değilse benim için. Ömer de böyle olmasını isterdi..."

Aslında kabul etmeyeceğim şeyi Can son cümlesi ile zorla kabul ettirmişti.

"Ömer de böyle olmasını isterdi..."

...

Hastaneden çıkınca temiz havayı içime çektim. Dünden beri buradaydık. Tek bir gelişme yoktu. Ama temiz hava iyi gelmişti. Hastane kokusu hep onu hatırlatıyordu bana. Ömer'i ve vurulduğu anı... Ömer'i ve beni korumak için önüme atladığı anı...

Can ile karşıdaki fırına gittiğimizde Can cüzdanından yirmi lira çıkarıp fırıncıya verdi.

"İki peynirli poğaça."

Hastanenin içindeki koltukların birinde oturmuş hiç konuşmadan poğaçamızı yediğimiz sırada ikimizde Ömer'in bulunduğu odanın kapısına bakıyorduk.

Belki bir hemşire gelirde Ömer hakkında bir şey der diye.

"Çok severdi..."

Anlamayarak Can'a döndüm.

"Efendim?"

Derin bir iç çekerek devam etti:

"Ömer..."

Sessizlik.

"Çok severdi..."

Poğaçamdan bir ısırık alıp önüme döndüm. Ömer ile bir ortak yanımız daha... Poğaça sevmek...

Belki bir hemşire gelir diye son kez bir daha baktım odanın kapısına. Ama karşılaştığım manzara ise beni şok etmişti.

"ANNE! BABA!"

Evet... Bana gözyaşları ile bakan anne-babama ilk cümlem bu oldu.
İkisi birden hızla bana doğru koşmaya başladılar. Yerimden kalktığımda Canın da şaşkınlıkla kalktığını fark ettim.

İkisi de hiçbir şey sormadan bana sarılıp ağlamaya başladılar. Mutluluk ve huzurla onlara sarıldım. Birkaç dakika sarılı bir şekilde ağladık. Ne onlar birşey soruyor, ne ben birşey anlatıyordum.

Tam o güzel anda Ömer'in olduğu odanın kapısı açıldı.

"ÖMER!" dedi Can Ömer'in yatıp götürüldüğü sedyeye bakarken. Benim ise dilim tutulmuştu. O çıkmıştı... Peki ya şimdi nereye gidiyordu?

Can Ömer'in arkasından koşarken ben ne yapacağımı şaşırmıştım. Burada ailemle mi kalmalıydım yoksa Ömer'e mi bakmalıydım. Of off!

Annem ile babamdan özür dileye dileye kollarından ayrıldıktan sonra Ömer'i  aramaya başladım.

"Ömer! Ömerim! Nerdesin!?"

En sonunda Can'ı gördüğümde hemen yanına koştum.

"Can! Ne oldu? Ne diyor doktorlar? Ömer nasıl? İyi mi? Konuşuyor mu? Nerede şuan?"

"Hangi birini cevaplayayım?"

"Ömer nasıl?"

"Bilmiyorum. Doktorlar ameliyathaneye aldılar. Birde hemşire şey dedi. Herhalde kurşunu çıkarmayı başarmışlar şimdi de dikeceklermiş."

"Risk var mı peki?" Dedim korku ile.

"Risk her zaman vardır Yağmur. Önemli olan ondan korkmamaktır."

Can'a sarılıp ağlamaya başladım. Ağladım... Doyasıya ağladım...Ağladım,

Kalbim susana kadar ağladım...

Karanlık Sokaklar...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin