14 Mart 2011, Manolya Yetiştirme Yurdu
Dört küçük çocuk.
Dört tane hayat.
Bakışlarını yetiştirme yurdunun kapılarına diken dört çocuk, yağmurun altında elleri birbirine sımsıkı kenetli bir şekilde bekliyorlardı.
Yağmur durmaksızın yağıyor, koca şehri sular altında bırakıyordu. Her yer dört küçük çocuğun çaresizliğine karşın büyük bir tepki vermek istercesine ıpıslaktı.
Onlar ise yağan yağmura aldırmadan öylece duruyorlardı büyük kapının önünde.
Sokaklarda mı yoksa burada mı kalmaları gerektiğini kafalarında biçip tartıyorlardı.Hepsinin gözlerinde bir sürü duygu vardı, fakat ortak olan tek duydu korkuydu.
Bilinmezliğin verdiği bu korku onların kararlılığını kırıyordu.
Lizge ellerini sımsıkı tutan Rüzgar'a çevirdi korku dolu bakışlarını. Rüzgar bakışlarına karşılık verdiğinde gözlerinde ki korku bulutu bir anda yok olmuştu. Bal gözlü çocuğa güvendiği kadar hiç bir şeye güvenmiyordu bu hayatta.Rüzgar ise bakışlarından bunu anladığı anda omuzlarını dimdik tutma hissiyatıyla doldu. Yanında duran Lizge için, canından çok sevdiği iki kardeşi Hazal ve Barış için dimdik duracaktı. Lizge'yi ve iki kardeşini kimselere ezdirmek istemiyordu.
Bakışlarla anlaşan bu dört çocuk yavaş ve korkulu adımlarla yetiştirme yurdunun kapısından girdiler. Yağan yağmur yüzünden ıslak olan bahçeye baktılar, sonra ise üzerlerinde ki eskimiş kıyafetlere ve ayakkabılarına.
Dört küçük çocuk, sokaklarda tanışıp bu günlere kadar sağlam gelmeyi başarmışlardı ancak tehlike onlar için git gide artmaktaydı.Lizge, yeşil kocaman harelerini, önce Rüzgar'a daha sonra ise Barış ve Hazal'a çevirmişti. Ölmek üzereyken onu bulan Rüzgar'a karşı paha biçilmez bir sevgisi ve güveni vardı.
"Burada her ne olursa olsun, ayrılmayacağımıza, bir iskelet gibi sağlam bir şekilde birbirimize kenetleneceğimize söz veriyor musunuz?" Rüzgar'ın kendinden emin çıkan sesiyle hepsi ellerini birbirine kenetledi.
"Söz veriyoruz!"
"İskelet çiçekleri adına!"
Bu ses elbette ki Lizge'den başkasına ait değildi. Çiçeklere özellikle de iskelet çiçeğine olan hayranlığını hepsi biliyordu.Hatta ilk kez böyle bir çiçekten haberdar olan Barış, uzun bir süre öyle bir çiçeğin olmadığını inatla Lizge'ye anlatmaya çalışmıştı. Fakat Lizge ne yapıp edip Barış'ı, iskelet çiçeğinin varlığına inandırmıştı.
Demişti ki; "iskelet çiçekleri, yağmurda şeffaflaşırmış. Aynı bize benzemiyor mu Barış? Hatırlasana kötü adamlardan kaçarken yağmur yağınca bizi bulamamışlardı. Ve onlardan kurtulmuştuk."
O günden beri hepsi Lizge'ye hak vermiş, iskelet çiçeği olmaya karar vermişlerdi. İskelet çiçeğini sadece iskelet çiçeği bulabilir diyerek, birbirlerini ne olursa olsun daima bulacaklarına dair söz vermişlerdi.
Dört çocuğun kalbi birbirlerine olan inançla ve güvenle çarpıyordu. Kendilerinden başka kimseye güvenmiyor, asla inanmıyorlardı. Bu onlar için kırmızı çizgiydi.
Dört çocuk o kadar acı çekmişti ki artık acılarının son bulmasını istiyorlardı. Birde sıcak bir yuva.
Bir yuvanın sıcaklığı nerede nasıl olur bilmiyorlardı. Onlara göre yuva aile demekti. Anne, baba ve kardeşlerden oluşsan bir aile.Yıllar geçecekti ve aile kavramının kan bağı ile alakalı olmadığını anlayıp birbirlerine sımsıkı kenetleneceklerdi.
Katran karası kalplerin esiri olmadan önce, belki de her şeyin mükemmel olacağı küçük bir dünya için mücadele vereceklerdi.
Kötülüğün en karanlık yüzü onları bulduğunda ise o kötülüğü yok etmek için mücadele vereceklerdi."İntikamımız dördümüz beraber alacak mıyız?" diye sordu Rüzgar. Cevaplarından emindi, yalnızca güç almak için duymaya ihtiyacı vardı.
"Alacağız." dediler net bir sesle. Üç ay da birbirine sımsıkı kenetlenmişlerdi. Bu bağı da kimse kolay kolay yıkamazdı biliyordu.
"Sonuna kadar beraberiz." dedi.
"Sonuna kadar, sonsuza kadar."
Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum.
Sevgiler!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İSKELET ÇİÇEĞİ
General Fiction"Adalet, bir urgan ile sandalye arasında ki mesafeden ibarettir. O mesafe ise kendi adaletine teslim olmuş suçlulardır." demişti iskelet çiçekleri. Bir iyiliğin kalbini intikam ile mühürleyen binlerce kötülük, kendi adaletini, psikolojik savaşlarla...