1

178 16 58
                                    

Yorgundu, bitkindi ve terlemişti.
Kırmızı saçlarının diplerindeki nemlenmeyi hissediyor ancak buna karşı gelecek hiçbir hamlede bulunmuyordu.
Çünkü çalışmaya devam etmek zorundaydı.
Hizmetlileri, her pazar günü, bir günlük olan izin haklarını kullandığında tarladaki tüm iş Hongjoong'a kalıyor ve mecburen sabahtan akşama kadar aralıksız çalışmak zorunda oluyordu.
Ne evde boş boş oturan kardeşleri ne de annesi ona yardım ediyordu, tek başınaydı.
Zaten bu durumun böyle olmasını da onlar istemişti, bu tavırlarına karşılık Hongjoong'un onlardan yardım bekleyecek hali yoktu.

Eline bir şey batınca duraksadı ve eğik duran vücudunu dikleştirdi.
Sanki görebilecekmiş gibi elini yüzüne yaklaştırdı lakin parmakları ile kanı savuşturmaktan başka bir şey yapamamıştı.
Neyin battığını bilmiyordu, belki de bir böcek bile sokmuş olabilirdi ancak Hongjoong her zamanki gibi bunu da hiçbir zaman öğrenemeyecekti.

Çünkü Hongjoong, ailesi ve yakınları tarafından "lanetli" sayılmasına sebep olacak bir kusura sahipti.
Ve o kusur, Hongjoong'un tüm hayatını mahvetmiş, kardeşleri ile olan eşitliğini tamamen bozarak aile içinde kendisinin bir köle haline gelmesine sebebiyet vermişti.

O kusur gözlerindeydi.
Hongjoong kördü...

Fakat iyi haber, Hongjoong bu duruma alışmıştı.
Bu yüzden eline her ne battıysa veya soktuysa, verdiği acıyı gözardı etmeye çalışarak ve umursamaz bir tavır takınarak işine geri dönmüştü.

Sonunda akşam vakti gelip çattığında Hongjoong neredeyse bitmek üzere olan işlerine kısa bir mola verip kendini tarla'dan biraz ötede olan büyük çınar ağacının gölgesine bırakmıştı.
Küçük küçük nefesler alıp verirken başını ağacın gövdesine yasladı ve görmeyen gözlerini hissettiği mayışıklıkla kapattı.
Yaklaşık on dakika sonra annesinin yanına gelmesi ile bu kısa süreli dinlenmesi sona ermişti.

"Yine bu ağacın gölgesinde mi uyuyorsun? Sana bakan onca iş varken yan gelip yatmak nedir!?"

Annesi kızgınlıkla Hongjoong'un tişörtünü çekiştirdi.

"Kalk da işe geri dön! Bugün ceza olarak sana akşam yemeği yok. Hadi işin başına!"

Hongjoong, annesinin çekiştirmesi ve bağırması sonucunda kalan son gücünü toplayarak ayağa kalktı ve kendisini arkadan ittiren kadına aldırmadan tarlaya doğru yürümeye başladı.

Oysa karnı öyle çok gurulduyordu ki, şimdi bu açlık ve yorgunlukla kalan işi nasıl bitireceğini hiç bilmiyordu.
Ama sırf annesi başından gitsin diye tekrar işe girişmeye başlamak zorunda kaldı.

Birkaç saniye boyunca oğluna öfkeyle bakan kadın, onun işe başladığını görünce eteğinin uçlarından tutup tarladan ayrıldı.

Hongjoong biçtiği ekinlerin üstüne düşmemek için tüm gücüyle ayakta kalmaya çalıştı ama bu çok zordu. Ayakta kalmak, direnmekle eş değerdi şu an onun için.
Ve Hongjoong artık direnebilecek gücü kendinde bulabilir miydi, emin değildi.

Saniyeler sonra dengesini kaybedip ekinlerin üzerine düştüğünde ağlamamak için kendini zor tuttu.
Şimdi tekrar annesi gelip onu böyle görse, bu sefer az önceki gibi ucuz kurtulmazdı, biliyordu Hongjoong.

Çok acıkmış ve susamıştı, üstüne üstlük yorgundu ve bedeni artık ona dinlenmesi için uyarılar veriyordu.
Gözlerinden birkaç damla yaş düştüğünde elini sertçe yüzüne bastırdı.

Tam o sırada sol tarafından gelen bir sesle irkildi korkuyla ellerini yüzünden çekip ayağa kalkmak için çabaladı lakin başarısız olmuştu.

"Yorgunsun, bu halde neden hâlâ çalışmak için çabalıyorsun ki?"

Sol tarafından işittiği bu yabancı erkek sesi, annesinin yeniden gelmesinden dolayı korkuya kapılan Hongjoong'u bozguna uğratmıştı.

Yaşlara bulanmış gözleriyle kafasını o yöne çevirdi, bir şey göremeyeceğini bile bile.

"Siz kimsiniz?"

"Ne önemi var?"

"Yabancılarla konuşmam yasak."

Solundaki kişi, Hongjoong'un bu söylediğine gülmeye benzer bir ses çıkarttı.

"Ben yabancı değilim."

"Kimsiniz öyleyse?"

Hongjoong az önceki kadar korkmasa da hâlâ korkuyordu. Bu manzaraya annesi şahit olursa evde yiyeceği dayakları düşünmek dahi istemedi o an için.

"Bunu bilmene gerek yok."

"Hayır, var. Annem sizi burada görürse beni döver, lütfen daha fazla benle konuşmayın ve gidin."

"Peki, gerçekten gitmemi istiyor musun?"

Hongjoong bir anlığına duraksadı.
Böyle bir sorunun onu duraksatacağını düşünmemişti. Yine de saniyeler sonra da olsa cevap verdi.

"Evet, istiyorum."

Yanındaki kişiden herhangi bir dönüt bekledi Hongjoong ama dakikalar geçse de o dönütü alamadı.
Sanırsa gerçekten gitmişti...

Derin bir soluk aldı ve tekrar ayağa kalkmak için tüm gücünü zorladı. Ancak kendisini kaldırmak için yere bastıran elinin kenarına değen nesneyle durmak zorunda kalmıştı.

Hongjoong nesneyi elleri arasına aldı ve biraz dokunduktan sonra bunun bir elma olduğunu fark etti.
Daha on beş dakika öncesine kadar yanında olmayan elma, az önce elinin kenarına değmişti.
İyi de bu nasıl olurdu?

Hongjoong bir süre düşündü.
Bir süre değil, bayağı düşündü.
Ve en sonunda tek bir sonuca varmıştı:
elmayı o yabancı bırakmış olmalıydı.

Ama neden?
İşte Hongjoong bu sorunun cevabını ne kadar düşünse de bulamadı bu yüzden daha fazla düşünmek istemedi.

Yeniden guruldayan karnı ile düşünmeden hareket etmek zorunda kaldı ve elmayı dudaklarına götürdü.
Aldığı lezzetli tat öyle çok hoşuna gitmişti ki o zamana kadar elma sevmeyen Hongjoong, artık elma sever olmuştu.

Tüm elmayı yedi, en sonunda yediği elma sayesinde az da olsa kendine geldiğini hisseden Hongjoong, tekrar işinin başına döndü.

Gülümsedi.
İçinden o yabancıya küçük bir teşekkür etmeyi ihmal etmemişti.













Merhaba.
Yine angst bir hikaye ve yine ben.
Umarım sizi bıktırmamışımdır...

Öncelikle hikayenin 20. yüzyılda geçtiğini göz önünde bulunduralım.

Ve sonrasında söylemem gereken şey, bu hikayeye devam edecek olanlar bu bölümü unutmasınlar.

Bir de ek olarak, hikayede olağandışı ufak bir durum var, onu ileriki bölümlerde öğreneceksiniz.

Umarım sevmişsinizdir ve umarım bu hikayeye bir şans vermenize değer.

- teddystick

abelya gecesinde | seongjoongHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin