6

71 13 7
                                    

Soğuk bir gündü.
Sanki bir anda sıcaklar gitmiş, kış yeniden gelmiş gibiydi. Hongjoong odasında kabartmalı yazılı kitabını okurken üşüdüğünü hissediyordu.
Genelde böyle odasında duracak boş zamanı çok olmazdı ama ev halkı tüm ilgisini ablasına çevirdiği için kimse Hongjoong'un ne yaptığını umursamıyordu.

İnce örtüyü biraz daha üzerine çekince ayaklarının açıkta kaldığını fark etti ve bu yüzden cenin pozisyonunda kendini yorganın içine sığdırmaya çalıştı. Hiç uykusu yoktu, yine de gözlerini kapattı ve teninde gezinen soğuğa karşı zihnindeki sıcak hayallere tutunmaya çalıştı.

Ancak gözlerini kapatır kapatmaz aklına Seonghwa gelmişti ve Hongjoong bunun olmasını engelleyememişti bile.
Gülümsedi, son olanlardan sonra onu tekrar tekrar düşünmeyi seviyordu.
Kendisine söylediği sözler bir an olsun aklından çıkmıyor, üzerindeki etkisi hiçbir zaman azalmıyordu.
Aksine, Hongjoong her geçen saniyede onu özler olmuştu.
Kim bilir şu an ne yapıyordu?

Elini kalbine koydu ve onun için heyecanla atan atışları sessizce dinledi. Bu, ona huzur vermişti.

Gözleri hâlâ kapalıyken yüzünde güzel bir tebessüm vardı.

O an Hongjoong'un birden uykusu geldi ve dışarıda esen sert rüzgarlara karşı kendisini tatlı rüyalara bıraktı.

Gözlerini aniden duyduğu ses ile açtığında kalbi çok hızlı atıyordu.
Biri mi vardı dışarıda?
Hongjoong asla cevabına emin olamadığı bu soruyla yüreğinin daha da korkuyla çarpmasına engel olamamıştı.
Saniyeler sonra aynı sesi daha alçak bir biçimde ve yakınında duyunca çocukluğundan kalan bir alışkanlıkla yorganın altına sakladı kendisini. Korkuyordu ve ayrıca yanında hiçbir aile üyesi bulunmadığı için savunmasızdı.

Derin soluklar alıp verirken bir anda kulaklarını dolduran o sesle tüm korkusu anında yok oldu.

"Seni özledim, meleğim."

Seonghwa gelmişti.
Kalbi aniden hızla çarpmaya başladığında gözlerini açtı ve başını yorganın altından çıkardı.

"Seonghwa?"

"Seni korkuttum mu?"

Hongjoong, yorganının üzerinden yavaşça çekildiğini hissettiğinde utançla gülümsedi.
Kendisini yorganın altına sakladığını sevdiği adamın görmesini istememişti.

"Yabancı biri geldi sandım."

"Penceren niye açık?"

"Açık mı? Kapattım sanıyordum..."

"Kapattım şimdi ben."

Hongjoong gülümsedi.

"Çok üşümüşsün, daha kalın bir yorgan yok mu?"

"Yok..."

Hongjoong heyecanla sevdiği adamın ağzından çıkan sözlere odaklar bir biçimde buldu kendini.
Bu yeniden gülümsemesine sebep olmuştu.

Seonghwa gelir gelmez üşümesi uçup gitmişti ki.
Onun varlığı içini sıcacık yapmıştı.

"Ben sana kalın bir yorgan bulurum şimdi."

"Olmaz, gitme. Kal yanımda, üşümüyorum ki."

"Meleğim-"

"Yanımda kal."

Seonghwa sevdiği adamdan duyduğu bu tatlı ısrarlara dayanamadı ancak onun üşümesine de gönlü el vermediği için hızlı bir şeyler düşünmek zorundaydı.

"En azından şuradaki pikeyi de serelim üstüne, olur mu?"

"Olur."

Seonghwa sandalyenin üzerinde duran pikeyi Hongjoong'un üstüne serdi.

"Sen de gelsene yanıma..."

Hongjoong utangaç bir eda ile konuştuktan sonra dudaklarını dişledi.
Sevdiği adamla yan yana yatma düşüncesi bir an için onu fazlasıyla heyecanlandırmıştı.

"Yanındayım zaten, baş ucunda, güzel yüzünü izliyorum."

"Hissediyorum."

Hongjoong huzurlu hissediyordu.
Seonghwa'nın yanında aklını kurcalayan tek bir kötü düşünce dahi yoktu. Sadece abelyalar, yıldızlar ve ikisi vardı.

Seonghwa kendisine melek diyordu lakin Hongjoong gün geçtikçe Seonghwa'nın bir melek olduğu düşüncesine daha çok kendisini kaptırıyordu. Çünkü daha önce hayatında onun kadar iyi biri ile karşılaşmamıştı, hatta sanki Seonghwa ile öğrenmişti iyiliğin ne demek olduğunu.

Hiç onun gözlerine bakmamıştı ama bakmasa bile o gözlerde saf iyiliğin olduğuna emindi Hongjoong.

"Bir gün yeniden görebilirsem, ilk önce seni görmek istiyorum Seonghwa."

"Bu güzel olurdu meleğim ama, beni görüp görmemenin ne önemi var?"

"Merak ediyorum... Eminim kendine bir sürü kızı aşık edecek kadar yakışıklısındır."

"Aşkı bilmem ama sevgi kalp bağı ile olur.
Ben seni sırf güzel bir yüzün var diye sevmiyorum, aynı zamanda melek gibi bir kalbin de var ve bu sırf senin için içimdeki düşünceleri değiştirmeme yetiyor."

Hongjoong, Seonghwa'nın ağzından çıkan her söze karşı adeta büyüleniyordu.
Sanki bir şair edasıyla konuşuyordu Seonghwa, kimsenin Hongjoong ile konuşmadığı kadar güzel ve saf niyetle söylüyordu ağzından çıkan kelimeleri.

Dakikalar birbirini kovalarken ikisi de anın güzelliği ile sessizce gülümsediler.
Sonrasında aniden yanı başında bir şey hisseti Hongjoong.
Bu hissettiği şeyi oraya Seonghwa'nın koymuş olabileceğini düşünerek o şeyi eline aldı ve alır almaz bunun bir kitap olduğunu anladı. Fakat kabartmalı yazılı bir kitap değildi bu.

"Bu nedir Seonghwa?"

"Sevdiğim bir kitap. İçinde küçük bir abelya kuruttum ve sana vermek istedim."

Hongjoong arasında abelya olduğunu düşündüğü sayfayı açtı ve elleriyle dokunduğunda gerçekten de çiçeğin orada kurumuş olduğunu gördü.

"Bir insan neden çiçek kurutur ki?"

Seonghwa duyduğu sözler karşısında ne diyeceğini bilemedi. Oysaki sevdiği adamın bunu beğeneceğini düşünmüştü...

"Özür dilerim, ben de kurutma taraftarı değildim ama en azından bir abelyanın ikimize tanık olmasını istemiştim."

"Kötü niyetli olmadığını biliyorum sevgilim, ve her ne kadar çiçeklerin kurumasını sevmesem de bu abelyada senin hatıran olduğu için onu gönlümde farklı bir yere koyacağım."

Gülümsediler.

"Sen az önce bana sevgilim mi dedin?"

"Ah...evet."

Hongjoong'un yanakları anında kızarmaya başlamıştı.
Seonghwa ise yüzündeki gülümseme ile karşısındaki bu güzelliği seyre daldı.

Bir süre sonra evin içinden sesler gelmeye başlayınca ikisi de küçük bir paniğe kapıldı.

"Sanırım artık gitmeliyim meleğim, yarın yine gelirim, tamam mı?"

"Tamam."

Hongjoong göremese bile sevdiğinin ona baktığı bilinciyle gülümsüyordu.

"Seni seviyorum meleğim."

"Ben de seni ve abelyamızı seviyorum."

























Geçiş bölümü gibimsi.

abelya gecesinde | seongjoongHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin