1. GERÇEĞİN TOHUMU

106 39 40
                                    

***

Kulağımda çalan müzikle birlikte elimdeki süngerle yüzüme fondöteni yedirirken aynada kendime bakıyordum. Aynadan yansıyan yatağımın üzerindeki kostümü görünce istemsiz kıkırdadım. Bu gece aşırı eğlenecektik. Yani onunda eğlenmesini umdum çünkü düşüncesi bile mideme gülme ağrılarını bir kramp olarak hissettiriyordu.

Süngerle işim bitince kırmızı allıklarla bulduğum referansdaki makyajı yapmaya devam ettim. Bir fastfood markasının yüzüne benzemiştim. Ya da IT kitabındaki o garip gulema adama. Kısaca bir palyaço makyajıydı yaptığım. Arkamda duran kostümde manttıkken bir palyaço kostümüydü.

Bu yıl doğum gününü bu şakayla birlikte kutlayacaktım. Haziranla arkaşlığımız liseye kadar dayanıyordu. Son dersler beraber boş sınıflarda uyuklar, deli gibi abur cubur yerdik. O zamanları düşününce eskiye olan hasretim daha da deşildi. Özlüyordum o zamanları. Hayat daha hızlı akıyor zaman bize hiç geçmiyormuş gibi geliyordu.

Şimdi ise üniversite son sınıftaydık. Ben edebiyat okuyordum, Haziran ise konservatuvar. Böyle zıttık. Ama bir o kadar da uyumlu. Zıtlıklar uyumu sağlardı. Siyah ve beyaz bundan mütevellit yakışırdı. Tabi Haziran kendine daha uyumlu birini bulmuştu. Yani o öyle söylüyordu. Bu kişi erkek arkadaşından başkası değildi. Ben hala saptım. Yani yalnız kadınlar veya adamlar genelde böyle nitelendiriliyordu. Kalıplara sıkışmıştık insanoğlu tarafından. Öyle böyle bu yakıştırmalara bağışıklık kazanmıştık.

Aynada kendime son bir kez daha baktım. Hazırdım. Kostümü giyip alttan topuz yaptığım saçlarıma tül çoraba benzeyen altlığı geçirdim. Peruk için geçerliymiş. Kostümü kiraladığım yerdeki yaşlı kadın böyle izah etmişti. Peruğu kafama geçirip başıma iyice oturttum. Aynadaki yüze bakıp kahkaha atarak kendi kendime söylendim. İnsan kendini her zaman bu halde görmüyordu netice itibariyle.

"Ah Rüveyda palyaço olmak da varmış şu fani dünyada."

Etrafımda birkaç kez dönüp kendimi inceledim. Haziran bu tipimi görünce nasıl korkacak anlam veremedim çünkü aşırı şapşal gözüküyordum. Mutfağa ilerleyip tezgahın üzerine bıraktığım pastaya baktım. Haziranın en sevdiği vişneli pastadan yapmıştım. Onu paketleyip poşete koydum. Yanıma alacağım bıçağı pastayı hazırlarken vişne sosuna bulayıp kurutmuştum. Gerçekten kan gibi duruyordu. İçimden bu şakanın gerçekten komik olmasını istedim çünkü içimden hala yerlere yatarak gülme isteği geliyordu aynadaki halimi hatırlayınca.

Evdeki tüm işlerimi halletmiş ayakkabılarımı giyip kapıyı kilitlemiştim. Asansör tuşuna basıp bulunduğum kata çıkmasını bekledim. Asansör kapısı açılınca girip tuşa bastım ve aşağı inerken asansör aynasından kendime son kez baktım.

Dış kapıyı açıp basamaklardan indiğimde hava çoktan kararmıştı. Motorlu kurye önümden geçerken köşeye park ettiğim arabama doğru ilerleyip bindim. Elimdeki poşetleri yan koltuğa koyup dikiz aynasını düzelttim. Anahtarı çevirip yola koyuldum ve radyodan çalan müziğe eşlik ettim.

Yol ayaklarımın altından akıp gitti. Saat on iki olmak üzereydi. Beş on dakikası ya vardı ya yoktu. Arabayı köşeye çekip park ettim ve poşetleri alıp arabadan hızla çıktım. Dikiz aynasından kendime bakıp derin bir nefes aldım. Haziranın ödünü koparmak için hazır ve nazırdım. Ya da yerlere yatıp bana kahkahalarla gülmesine hazır ve nazırdım bu ikisi arasında kalmıştım. İçimden küçük bir kahkaha atıp binaya ilerledim. Dış kapıyı açarken yerlere saçılmış market broşürlerinin üzerine basıp geçmiştim. Kağıt israfları hatsafadaydı. Bu konuda içim hep buruktu. Çünkü alanım olan edebiyat kağıt demekti. Kağıt ise ağaç demek...

Kendime üzülecek şeyler aramaktan vazgeçip asansör olmadığı için merdivenlerden çıkmam gerektiğinden buna kendimi hazırladım. İçime derin bir nefes alıp merdivenleri çıkmaya koyuldum. Haziranın ailesinin daha güzel bir evi hatta evleri bile vardı ama araları çok iyi değildi. Annesiyle özellikle. Araları hep limoniydi. Haziran konu ailesi olunca hep lâl kesiliyor hiçbir şey anlatmıyordu. Bende onu hiç zorlamıyordum. Liseden beri bu şekilde süregelmişti arkadaşlığımız.

Son basamağı çıktıktan sonra nefesim kesilmiş sayılırdı. Soluklanırken elimdeki poşetleri ayakkabılığın köşesine koymuş poşetin içindeki bıçağı çıkarmıştım. Bıçağı elimde biraz evirip çevirdikten sonra rolüme girip zile bastım. Çalan zil sesi yankılandı evin içinde. Duymadığı için tekrar bastım ve duvar dibine sindim. Lavaboda mıdır, diye düşünüp zile bir kez daha bastıktan sonra evde olmama ihtimali canımı sıkmıştı. Sonuçta bu gece doğduğu geceydi. Erkek arkadaşıyla vakit geçirmek de onun en büyük hakkı. O hak bana hiç verilmemişti... Düşünceler içinden sıyrılıp kapının tokmağını kavrayıp çaldığım sırada kapının paslı rayları o iğrenç sesi çıkararak öteledi. Kapı açıktı. Kapıyı kilitlemeden mi evden çıkıp gitmişti?

Yoksa. Yoksa evde hırsız mı vardır, diye endişelenip bıçağı havaya kaldırarak kapıyı iteleyip içeriye girdim. Gözlerim gördüğü sahneyle birlikte sonuna kadar açılmıştı. Elim, bacaklarım tüm bedenim titremeye başlamıştı. Haziran holün ortasından boylu boyunca kanlar içerisinde yatıyordu. Elim ağzıma doğru gitti ve nefesim kesildi. Hazirana doğru bir adım daha atacakken ayak sesleri tüm binayı inletti. Sonra o boğuk sigaranın emareleri olan sesi işittim.

"Kaldır elleri Polis!"

Olduğum yere mıhlanmıştım. Arkamı dönüp baktığımda orta yaşlı biri kadın diğeri adam olmak üzere iki polis silahlarını bana doğru doğrultmuştu. Hemen arkalarından ise gözüme o ilişti. Erkek arkadaşı olacak o adam.

Giray.

Polisler bana doğru sert adımlar atarken balmumu bir heykel gibi öylece kalakalmıştım.

"Elindeki bıçağı yere at. Hemen!"

Elimdeki bıçağa bakıp kekeleyerek fısıldadım.

"Be-ben yapmadım."

Bıçak yere düştüğünde zaman ikiye bölünmüş gibi hissettim. Bıçak zamanı ortadan ikiye kesmiş gibiydi. Polisler ellerimi arkadan kelepçelerken Giray sadece bakıyordu. Ben ona bakmasamda görmüştüm. Gördüğüm başka birşey daha vardı.

Haziranın yerde yatan savunmasız bedeni.

Beni apar topar aşağı indirip ekip aracına bindirirlerken çaprazımızda duran Giray'a baktım. Nasıl o an gelmişti? Belkide polisleri o çağırmıştı. Bunun başka bir açıklaması olamazdı. Aklıma düşen gerçeğin tohumu bir tek o isimle filizleniyordu. Kaşlarımı çatıp arkama baktım. Kadın beni omzumdan ittirirken sertçe ona karşı çıkıp Giray'a döndüm.

"Sen," sesim bir çocuğun hayal kırıklığı gibi çıkmıştı.

"Bunu sen yaptın."

Kulağıma dolan ambulans sesi tüylerimi ürpertmişti.

Kadın beni dirseğimden tutup "İfadeni karakolda yaparsın hadi bin zorluk çıkarma." derken ben kendimi çoktan o soğuk sandalyede karşımda dikilmiş sert bakışlı adamla bulmuştum bile.

Haziran'ı Giray öldürmüştü.

Bu kafamın içinde uzun tırnakları olan bir kadının taştan duvarı kazıyarak yazdığı bir gerçekti.

Ama başka bir gerçek vardı ki o gerçeği ben kendi tırnaklarımla kalbime kazımıştım.

Haziran ölmüştü...





GECE 00:00 FAİLLERİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin