1

257 13 3
                                    

Kocam Savaş, ikizi Barış tarafından öldürüleli yaklaşık bir hafta olmuştu. Kendi öz evladını babasından çekinir olmuştum ben de haliyle. Oğlumun babası bir katildi neticede, kardeşinin ve masum bir kadının canını almıştı. Ben de bu gerçeğe alışmak zorunda bırakılmıştım fakat bir zamanlar aşık olduğum adamın bu canavara dönüşmesine tahammülüm yoktu. İyi hoş, maalesef elimden gelen bir şey de yoktu. 

Tek seçeneğim kaçmaktı, onun için de birkaç gündür kafa yoruyordum. Aklıma gelen sadece herhangi bir ülkeye olan herhangi bir uçağa atlayıp olabildiğince uzaklaşmaktı buradan ama yanınızda bir çocuğunuz olunca bu kadar kolay olmuyor. Barış'a yakalanmaktan çok korkuyordum çünkü, oğlumuzun onu öyle görmesi, yapabileceklerine şahit olması... Benim için en kötü senaryo buydu; çünkü artık o benim tanıdığım, sevdiğim adam değildi. Haliyle de yapabileceklerini tahmin edemiyordum, bana kıyması bir yana, oğlumun kılına bile zarar verecek olursa nasıl yaşayabilirdim bu yükle? Yapılacak en iyi şey kaçıp sonra da onu Savcı Fırat'a ihbar etmek gibi gözüküyordu.

Koymuştum kafama, her şey hazırdı artık. Can "tatile çıkacağımız" için çok heyecanlı, bense iki katı gergindim. Barış'ın iş saatinde evden çıktık, bulabildiğimiz ilk taksiye atladık Can'la. Hızla havalimanına gitmesini söyledim, taksici garipsememişti. Muhtemelen uçağı kaçıracağımızı falan düşünmüştü. 

Havalimanına vardık, gereksiz bütün uzun kontrollerden geçtik, tabii bütün bu süre boyunca benim kalbim ağzımdaydı. Sonunda uçağa oturabildik, bir nebze olsun rahatlamıştım.

"Anne ben susadım!"

"Tamam oğlum söylüyorum hemen gelsin."

"Pardon! Bir su rica edebilir miyim?"

Her şey rutin bir uçak yolculuğuna bağlanmış, içimdeki korku da gittikçe azalmıştı. Uçağın kapıları da kapanınca derin bir oh çekip arkama yaslandım, gerçekten de başarmıştık. 

Can'ın suyu geldi, ona içirip kemerini bağladım. Sonra da kendiminkini halledip camdan dışarıyı izlemeye başladım, her şey bitmişti artık. Oğlumla kuracağımız yeni hayatı ve Barış'ın cezasını çekeceği düşüncesi ile içimi huzur kaplamıştı. Ta ki uçakta verilen "Kabin basıncı düşüşü dolayısıyla uçuşumuz rötar yapacaktır" anonsuna kadar.  Bütün o korkularım tekrardan içimi kaplamıştı, hem de daha beter. Dudaklarımdan istemsizce ufak bir küfür kaçtı, neyse ki Can duymamıştı.

"Siktir."

Fakat başka biri duymuştu.

"Çocuk var karşında, biraz daha terbiyeli olmaya ne dersin?"

Uzun boylu, beyaz tenli, altın sarısı saçları olan oldukça güzel bir kadın belirdi arkamda aniden. 

"Efendim?"

"Terbiye diyorum. Bilmiyorsan zevkle öğretirim."

"Ne diyorsunuz siz hanımefendi?!" 

Dudaklarının kenarı kıvrıldı, yüzüne alaycı bir gülümseme yerleşti kadının.

"Merhaba Büge Hanım. Barış Beyler bizi bekler, gidelim mi yavaştan?"

Bütün dünyam başıma yıkılmıştı adeta, Barış'ın evde ne yapabileceğini tahmin edemiyordum -etmek dahi istemiyordum-.

Elini beni kaldırmak için uzatmış, sinsi bir gülümseme ile beni süzüyordu.

Çaresiz bir şekilde kemerlerimizi çözüp kadının uzattığı eli tuttum. Çok geçmeden sarışın kadının arabasında ön koltukta oturuyordum, Can ise arkada. Arabanın Yesari Malikanesine doğru gittiğini fark ettiğimde merakıma yenik düşüp ağzımı açtım.

Methiye ~sasbügHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin