[1]

690 70 67
                                    



! öğretmen öğrenci ilişkisi içerir, rahatsız  edici ve etik değerlere uymayan sahnelerden, yaş farkından hoşlanmayacak olanlar şimdiden gidebilir.
aralarındaki ilişkinin sağlıklı olduğunu iddia edemeyeceğim, buna dayanamayacak olan da gidebilir.
ha bir de bu fic sassy felix içerir, rahatsız edecekse durmanızı hiç ama hiç tavsiye etmem. !

keyifli okumalar.

✧✧

Parlak bir güneş, ışıl ışıl bir gün. Dudağımda varlığını belli eden glossun tatlı tadı, kucağımdaki kedinin sakin mırıltıları.

Bana göre oldukça verimli bir gündü.

"Tanrım, ne zaman bitecek bu ödevlerim!"

Seungmin'in söylenmesi ile ona döndüm. "Neden biriktirdin ki?" dedim onunla alay ederken.

"Sen rahatsın tabii, bu son senen."

"Senin de son senen Seungmin."

Gülümsedi ve eşyalarını toplamaya başladı. "Aynı değiliz canım, ben uluslarası ilişkiler okuyorum sen moda tasarımı."

"Tatlım," dedim kucağımdaki kediyi omuzuma alırken. "Ben bölümü beş yıldır birincilikle bitiriyorum."

Göz devirdi ve ayağa kalktı. "Tabii tabii! Giremediğin sınavları nasıl telafi ettiğini
biliyoruz."

O el sallayarak yanımdan uzaklaşırken ben sadece gülümsemiştim. Aslında öyle düşündükleri gibi bir şey yoktu. Tüm derslerimi hakkım ile geçiyordum, yeteneğim için sınavlarımı gözardı edebiliyordu profesörler.

Kucağımdaki kedi, patileriyle çıplak bacağımda çizikler bırakarak ilerlediğinde mırıltılarla kızıp kucağıma aldım onu. Yüzüne birkaç öpücük kondurdum. "Siz kediler şımarıksınız, sevilmeye gelmiyorsunuz. Bak ne yaptın bacaklarıma." Minik kedi hiçbir şey anlamadan miyavlamaya başladığında güldüm ve çantamı alıp ayağa kalktım. Kucağımdaki kedinin yüzüne birkaç öpücük daha kondurduğumda sıkıldığı belli olan kediyi yavaşça yere bıraktım. Hala sırnaşmaya devam etse de gülmeye devam ederek yürüdüm.

Fakülteye girip almam gereken ingilizce dersimin sınıfına doğru ilerledim. Rektörün değiştiğini bildiğimden gidip gitmemek arasında kalmıştım. Aslında bu dersi almaya ihtiyacım yoktu. Avusturalyalı olduğumdan ingilizcem zaten vardı ve isterse dünyanın en zor konusunu ingilizce ile anlatsın, yine bilecektim. Dört yıldır toplam on kez bile girmemiştim bu derse.

"Felix!"

Arkamda bana seslenen kişiye doğru döndüm. Seslenen kişiyi görmem ile içimden lanetler okumaya başladım. Mimarlık okuyan bir öğrencinin bu fakültede ne işi vardı?

"Yuta," dedim çoktan yanıma yaklaşmış çocuğa. "Ne işin var burada?"

"Seni görmeye geldim. Dün telefonlarımı açmadın."

"Öyle mi, demek ki canım açmak istememiştir."

Etrafına kısa bir bakış atıp bana daha çok sokuldu ve eliyle kolumu tuttu, kendine doğru
çekti. Göz devirip kolumu çekmeye çalıştım ama sıkı tutuşundan kurtulmak güç gibiydi. "Çek elini." dedim sakin bir ses ile.

"Seni özlüyorum."

Alayla güldüm. Eğer istediği buysa ona istediğini keyifle verecektim. Yüzüne doğru yaklaştım. Sıcak nefesim yüzüne değerken gözlerimi onda gezdirdim. "Tek gecelik bir ilişkiyi bu kadar ciddiye almaman gerektiğini sana kimse öğretmedi mi?" Boşluğundan yararlanarak kolumla birlikte kendimi hızlıca geri çektim. Düz bir suratla ona bakmaya başladım. "Sakın bir daha okulda bana bu kadar yaklaşmaya cüret etme."

Onu düşürdüğüm halden rahatsız olmuş olacak ki bana doğru bir adım attı fakat bir sonraki adımını kesen koluma dolanan başka bir eldi.

"Felix, acele edelim dersin öğretmeni girmek üzeredir."

Gözlerimi beni kurtardığı için minnettar olduğum Hyunjin'e çevirdim. Teşekkür eder gibi bakışlarımı yakalamış ve gülümsemekle yetinmişti. Tekrardan karşımızda duran çocuğa dönmüş ve "Güle güle Yuta." demişti. Hızlı adımlarla cevabı beklemeden dersliğe ilerledik.

"Çok çok teşekkür ederim."

"Ne demek güzelim, ödeşiriz."

Gülümsedim ve dersliğe onunla birlikte girdim. O an aklıma gelen şey ile onu da durdurdum. "Ders ingilizce, girmeyecektim."

"Bir kere girsen ne olur ki?" Amfiye doğru ilerledik yan yana. "Hem sen daha profesörle tanışmadın. Bölümdeki herkesle tanıştı, seni merak ediyordu."

Dudak sarkıtarak oturdum yanına. "Ne gerek var ki tanışmaya? Daha Bay Choi'yi silemedim aklımdan."

"Bu Bay Choi gibi değil." dedi önümüzde oturan Jeongin arkasını dönerek. "Yakışıklı ve genç."

Alayla gülümsedim ve kaşlarım havalandı. "Genç ha?" Profesörlerimin hepsi oldukça yaşlıydı.

"Torpilli ama."

"Nasıl?" diye sordum Hyunjin'e dönerek. Çantasından bir şeyler çıkarırken sessizce konuştu. "'Rektörlerden birinin oğlu."

"Rektörün oğlu?" dedim teyit etmek ister gibi.

"Aynen öyle, henüz yirmi sekiz yaşında. Bu kadar erken akademisyen olup şehrin en iyi üniversitesinde eğitime başlaması yeterince torpil olduğunu gösteriyor."

Göz devirip arkama yaslandım. Bu ülke ne zamam ün ve paradan daha önemli şeylerin olacağını anlayacaktı merak ediyordum.

"Boşuna girdim yani derse."

"Yok ya, ben seviyorum iyi anlatıyor."

"Adamı anlamıyorsun bile Jeongin." diyen Hyunjin'e dönüp gülümsedim.

"Yakışıklı olduğu gerçeği hala değişmiyor." dedi ve tekrar önüne döndü Jeongin.

Masaya başımı yaslayıp dudak büzerek Hyunjin'e baktım. "Hala kaçmak için zamanımız var." Gülümsedi ve ellerini sarı saçlarımda dolaştırdı. "Ders dinle işte, ölmezsin."

"Şu an uyku daha cazip geldi." dedim ve gözlerimi kapattım.

O birkaç saniye sonra ellerini saçımdan çektiğinde sınıfın kapısı kapandı. Ben de öğretmeni görebilmek için kaldırdım başımı.

Elinde birkaç kalın kitap ile masasına doğru yürüyen genç akademisyeni gözlerimle süzerken yüzümde istemediğim bir gülümseme oluştu.

Sanırım bundan sonra ingilizce dersine keyifle girecektim.

Çünkü siyah kumaş pantolon ve üstüne jilet gibi beyaz, kolları katlanmış bir gömlekle; eğildiğinde göğsü düğmelerini zorlayan adamı daha önce görmüştüm. Bir otelin siyah kumaşında tüm bedeni çıplak bir şekilde saçlarımı okşarken görmüştüm hem de.


ohhh soyle tanisin birwz benim arsiz tarafimla ya😞🙏🏻

rakı içmeyi bilmesen tanışabilir miydik, chanlixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin