(iyi okumalar,
yorum yapmayı unutmayın:)Vurulup tertemiz alnından,
uzanmış yatıyor.
Bir hilal uğruna, ya Râb,
ne güneşler batıyor.Mehmet Akif Ersoy
Küçük kız mavi üniformasının beyaz yakalarını hızlıca sökercesine çıkarıp çantasına attı. Okuldan nefret ediyordu. Aslında okuldan değil, eğitim almayı seviyordu ama okulda ona kötü davranan çocuklara sinir oluyordu. Zaten küçük kız doğduğundan bu yana hayata sinirliydi. O doğuştan böyleydi. Belki de hayata geldiğine sinirliydi bu kadar. Belki de bunları yaşadığınaydı öfkesi.
Ona karışanlar üst sınıflar olduğu için Gece onlara karşı koyamıyor ve hep zarar görüyordu. Şimdi ise okuldan hemen sonra yetimhaneye giderken yolunu kesmiş ve küçük kıza yine zarar vermişlerdi.
Burnunun ucundan hafifçe bir kan dudaklarının üzerine doğru yol alıyordu. Zifiri karanlık saçları karmakarışık olmuş, üstü başı toz içindeydi. Hele o kızıl kahve gözlerinin etrafı kıpkırmızı olmuştu. Ama ağlamayacaktı. Onlara küçük görünmek istemiyordu. Hem ağlarsa daha çok saçını çekiyorlardı minik kızın.
Gece, Adana'nın sıcağından terleyip yüzüne yapışan uzun saçlarını, tozlanmış ve avuç içleri sıyrılarak hafifçe kan toplamış elleriyle yüzünden geriye doğru attı.
Gece daha hızlı yürürken hava kararmadan hedefine ulaşmaya çalışıyordu. Mezarlık.
Hep gelirdi buraya. Genelde yetimhanede ki görevliler ona kızsa da umrunda olmaz ve hayatında hiç görmediği bu kişinin mezarını sık sık ziyaret ederdi.
Büyük bir kapının önüne geldiğinde bakışlarını etrafta gezindirdi. Eğer bekçi uyuyorsa girebilirdi ki genelde uyurdu. Ama ara sıra ona yakalanıyor, tek başına girmesine izin verilmediği için yetimhaneye dönmek zorunda kalıyordu.
Bu yüzden bu gün dikkatlice etrafı kontrol etti. Çünkü görmek istiyordu onu. Şu an kendisine tek iyi gelecek kişi oydu.
Kapının hemen sağ tarafında ki bekçi kulübesine bakındı. Işığı yanmıyordu ve kapı da kapalıydı. Uyuyor olmalıydı ya da mezarlığı geziyordu emin değildi ama pek düşünmeden hızlıca mezarlığın içine girerek gitmesi gereken yere doğru yol aldı.
Bir kaç uzun dakikanın ardından bir mezarlığın önüne gelmişti. Kahverengi toprağın üzerinde sadece hafif bir toprak birikintisi ve hemen başında ahşaptan bir parça yer alan mezarlığı görünce yüzünde kocaman bir gülümseme yer aldı. Sonunda gelmişti işte. Mutluydu. Ondan daha mutlusu da olamazdı.
Mezarlığın yanına otururken bir eli toprağa gitti. Neden bilmiyordu ama sanki ona dokunuyor gibi hissediyordu böylece. O zaman onun elleri böyle nemli ve yumuşak mıydı? Olabilirdi. Daha önce hiç bir ele dokunmamıştı ki? On yaşında ki o güzeller güzeli kızın elini doğduğundan beri hiç bir el tutmamıştı. Hiç bir zaman sıcaklığı da hissetmemişti.
Aklına gelen şeyle hızlıca çantasını kucağına alarak açarken içinde ki bir şişe suyu aldı. Yetimhanedeki bakıcılarından en sevdiği Sevgi Ablası küçük kıza, eğer mezarlığın üzerine su dökerse o kişinin acılarından kurtulacağını ve yattığı yerde rahat edeceğini söylemişti. Bunu duyduğu andan beri mezara gelmek için can atıyordu. Onu rahat ettirmek ve acılarını dindirmek istiyordu çünkü.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
SERÇE VE GÖKYÜZÜ
Teen FictionSerçe kadar yüreğimin, gökyüzü kadar sancısı var! Sıcacık bir adam. Soğuk bir tende yaşar mıydı? Ateş, buza aşık olur muydu? Olmuştu. Yıllar öncesinden bir tutkuydu bu. Mesafeler girsede araya, bileklerinde ki kırmızı ip hiç kopmadı. Unutulsada anıl...