Bölüm 7: Değişim

18 1 0
                                    

Gecenin karanlığı yerini yavaş yavaş koyu maviliğe terketti. Philip iki, belki de üç saattir içerideydi. Bir sürü ses duymuştu Brian ve Bob. Ama ikisi de karışmamıştı olaylara. Brian bir kez sadece kapıyı tıklatıp Philip'in iyi olup olmadığını sormuştu. Gelen cevap sadece "Rahat bırak bizi Brian" olmuştu. Bob ise aile meselelerine karışmak istemediği için sessizdi bu kadar. Sadece oturuyordu koltukta, kolunun dizlerini bacaklarının dizlerine dayamış şekilde bakıyordu yere. Ama ikisi de farkındaydı olayların. Peki ya Penny? O sessiz küçük kız ağlayarak uyumuştu. Annesini bir daha hiç sormamıştı ufaklık. Kendi odasına götürmüştü onu Brian. Uyuyana dek kucağında ağlamıştı Penny. "İyi olacak" demişti Brian, gerçeği söyleyip söylemediğinden habersiz. "Göreceksin baban annenle ilgilenecek"

Ve saatler geçmişti işte. Dışarıdan gelen bir ses duymuştu Bob. Ardından beyaz gecelik giymiş uzun siyah saçlı bir kadın. "Onu kurtarmamız lazım" demişti ama Brian buna izin vermedi. Philip ile konuştuklarını hatırlattı. Kadını camdan gizlice izlemek ve dua etmekle yetindi sadece bu koca cüsse.

Bu saatler içinde odadan bir çok ses delip geçmişti duvarların ardına. Önce hırıltı vardı sadece, her şeyin başlangıcıydı bu. Sonra bağırışlar, Philip'in sesleri. Daha sonra bu trajediye gözyaşları eklenmiş olmalıydı, haykırış ve çığlıklar duydu Brian. Kardeşi, belki de içeride hayatının en zor sınavını veriyordu. Orada neler olduğunu, ne kadar kötü olduğunu sadece sesler bile elevermeye yetiyordu.

Saatler bekleyen Brian için çok yavaş ilerliyordu. Kardeşinin yanına girmek acısını azaltmak için büyük bir istek vardı içinde. Lakin bu evde Philip'i Sara'dan dahi daha iyi tanıyan sadece Brian'dı. Onun sinirlendiğinde dönüştüğü adamı herkesden iyi tanıyordu. O adam Philip Blake'i ele geçirip bedenini kullanıyor, etrafa zarar saçıyordu. Brian şimdi o adama dokunursa, sonucunu biliyordu.

Sesler yavaş yavaş azalmaya başladı karanlık iyice dağılırken. Sonra sadece fısıltılara dönüştü. Brian akşam yemeğini hatırladı. Sanki uzak bir anıydı bu. Mutlu bir ailenin hatırası, yaşlı bir adamın gençlik anısıydı sanki. Sadece bir kaç saat önceydi oysaki. Sara onlara Penny ile birlikte içeride yemek hazırlıyor, Brian, Philip ve Bob girişte oturup sohbet ediyorlardı. Kocaman bir aileydiler, sadece bir kaç saat önce..

Kapı yavaşça aralandı, uyumak üzere olan Bob ve volta atan Brian aynı anda baktılar. Philip kapıyı sadece biraz aralayıp çıkmıştı dışarı boynunu eğip. Saçları karman çorman ve terle ıslak, lapa gibiydi. Gömlek sanki vücudunun bir parçasıymış gibi yapışmıştı üzerine. Dısarıya çıkıp kapıyı kapattı. Brian ve Bob bir tek kelime etmediler. Philip'in de sessizliği bozmaya niyeti yoktu. Kafasını yerden ayırmadan bir sarhoş gibi afallayarak döndü soluna, mutfağa doğru ilerledi gözlerini kapatan koyu kahverengi ıslak saçlarıyla. Bob ve Brian onu izlediler sadece.

Fısıldadı Bob "Philip, berbat görünüyor dostum"

"Hşşşş" diyerek uyardı onu Brian.

Odanın içinde ne olduğunu, Sara'nın hala hayatta olup olmadığını çok merak ediyordu. Philip buzluğu açtı sallanan bedeniyle. Bir açacakla fırlattı viskinin kapağını havaya. Sessizce konuştu kendi kendine "Bunu özel günler için saklıyorduk Sara" yemek masasından bir sandalyeyi yavaşça, bir hayalet gibi sürükledi kapının diğer tarafındaki pencere önüne doğru. Bu halde koca Philip Blake'in hayaletten farkı kalmamıştı. Ayın son ışıklarının perdenin ardından aydınlattığı yere koydu sandalyesini Philip. Ardından oturdu ve batan ayın son ışıkları günün en berbat adamının bitkin suratında yansıdı. Kamburunu çıkartarak uzattı ayaklarını birbirine atıp. Başını eğdi önüne yeniden. Sadece viskisini içmek için kaldırdı yukarı.

Sonunda Brian yavaşça ilerledi Philip'e doğru yutkunarak. Kardeşinin sağında durdu. Kafasında bir sürü soru vardı ama Brian hangisinden başlayacağına emin değildi. Sessizce "Sara" diyebildi "İyi mi o?"

Philip ne duruşunu bozdu ne de gölgesi bozuldu. Yere bakan gözleriyle ayaklarını uzatmış oturuyordu sandalyesinde. "Hayır" diye cevap verdi, çok çok içerilerden buğulu bir sesle.

"İçeride.. Ne oldu Philip?"

Sessizlik oldu tek cevap. Brian küçük kardeşini bu halde görmeye dayanamıyordu ama elinden hiç bir şey gelmezdi.

"O" dedi unutulmuş sorunun cevabı olarak Philip "Hasta" Sandalyesinin başını tutup güçlükle doğruldu yerinden "Gidin buradan" dedi suratına bile bakmadan.

"Ne?! Ne demek bu Philip? Seni bu halde bırakır mıyım"

Philip sarhoş bedeniyle cama dönüp dinlemişti Brian'ı. "Ben iyiyim" dedi, yeniden hislerini belli etmeyen sesiyle.

"Olmaz Philip. Berbat görünüyorsun, seni bu hal.."

Philip birden Brian'a doğru dönüp iki eliyle yakaladı boğazından. O kadar hızlı olmuştu ki Brian kimin ne yaptığının farkında değildi başlarda. Philip bir canavar gibi büyümüş gözleriyle bakıyordu Ağabeyine. Sürüklüyordu onu hızlıca. Nefes almakta zorlandı Brian. Philip onun sırtını duvara çarptı sertçe. Brian sendeleyip dizlerinin üzerine yığıldı. Philip'in durmaya niyeti yoktu. Kardeşini yakasından tutup kaldırdı, önce ayağa sonra havaya. Sırtını duvara vurdu yeniden, kolunu dayadı boğazını "GİDİN DEDİM GİDİN DEDİM GİDİN DEDİM!"

Brian'ın boğazı patlayacak gibi oldu, gözlerinin önü kararırken son gördüğü Philip'in kolunu çözmeye çalışan Bob'dı. Philip ona uzak durmasını söylüyordu. Sonra görüntü iyice bozulmaya başladı, sesler daha belli belirsiz oldu. Bedeni gitgide hafifledi, ciğerleri nefes alabilmek için çığlık atarken. Pes etti, direnmeyi bıraktı yavaşça..

"Ne yapıyorsun!" dedi minik bir ses "BABA ÖLDÜRECEKSİN AMCAMI"

Anca o an kurtulabildi Brian boğazını düğümleyen yılandan. Cılız bedeni yere kapaklanırken nefes almak için çığlık atan ciğerleri derin derin soluklar çekti içine. Minik Penny babasının bacağına sarılmış ağlıyordu, yumrukluyordu. Ancak o zaman geri dönebildi gerçek Philip Blake.

Bir süreli sessizlikte tek sesti Penny'nin ağlamaları. Brian dizleri üstünde öksürdü uzun süre. Philip Arkasını döndü özür bile dilemeden. "Gidin" dedi yeniden. "Yan ev boş. Greenler tatildeydi." küçük kızına döndüğünde farketti Brian, Philip'in yaşarmış gözlerini "Penny kalsın" dedi kesik bir nefeste.

Brian kendini zorla toparlarken ağlayan minik gözler ona bakıyordu. "Ben de gitmek istiyorum Brian amca. Korkuyorum"

Brian ağzını dahi açamadan Philip kızının yanına gitti, tek dizinin üzerine çöküp cansız ve titrek ellerine küçük kızın ellerini sardı. Ay ışığı Philip'in yüzünün yarısını aydınlatıyordu. "Korktuğunu biliyorum Penny. Özür dilerim. İstiyorsan git.. Ama annenin burada sana ihtiyacı var" yutkunup pas tutmuş gibi görünen, bitkin yüzüyle konuşmaya başladı "O hasta, hayatım. Annen çok hasta. Ama sana yemin ederim, onu iyişletireceğim. Hayır! Bunu birlikte yapacağız"

Brian duyduklarına anlam vermekte çok zorluk çekiyordu. Philip, küçük kıza anlatamadığı gerçeklerin çarpık yalanlarını mı söylüyordu? Yoksa gerçekten Sara'nın iyileşeceğine inanıyor muydu? Brian gözlerine baktı cevabı ararken. İnanç gördü Philip'in orada. Olabilir mi? Diye sordu kendi kendine sessizce O insanların, geri dönüşü olabilir mi? Philip buna inanıyor mu?

Valinin DoğuşuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin