𓄼 son kavga, yarın görüşürüz 𓄹

133 28 17
                                    

Sonunda biraz akıllanabilmiş ve bir daha senden başka kimseyle ne yemek yemiş ne teklif etmiştim. Bunun seni mutlu edeceğini, aramızda sorun kalmayacağını sanmıştım. Olmamıştı öyle bir şey. Artık yanımda mutlu değildin, artık seni mutlu edemiyordum. Üstüne üstlük okulda hakkımızdaki dedikodular salgın hastalık gibi yayılmıştı. İnsanların konuşmayı bu kadar sevdiklerinden haberdar değildim. O zamanlar sürekli ağlıyordum. Seni kaybedecektim, seni kaybetmek istemiyordum.

Çareyi okulda oldukça popüler olan ve ben iyice dar çevreli birine dönüşürken yanımda kalan sayılı arkadaşlarımdan Yeosang'da bulmuştum. "Evine çağır, sadece ikiniz olun. Sevdiği bir filmi izleyip güzel bir yemek yiyin. O sırada konuşun. Laflarını güzel seç, Yeonjun." demişti, hatırlıyorum.

Yeosang'ın dediğini yapıp pazar günü annemle babamı evden yollayıp Soobin'i çağırmıştım. Güzel bir film izlemiş ve yemeğimizi yerken de bol bol gülmüştük. Etrafta kimse yokken ne kadar da mutluyduk! İyice yanına sokulmama izin vermiştin yemek yerken. Çiçekli vanilyalı parfümün burnuma dolarken doğru anın geldiğini anladım.

Dirseklerimi masaya koyup çenemi ellerime yaslamıştım. "Son zamanlarda keyfin kaçık, bir sorun mu var?"

"Hm? Ne demek istiyorsun?"

"Mutsuz gözüküyorsun, Soobinie. Seni mutlu etmek için elimden geleni yapıyorum ama başaramıyorum bir türlü. Bana yardım et!" demiştim, sesimin yumuşak ve tatlı çıkmasına özen gösteriyordum. Senden gelebilecek olumsuz tepkiden çok korkuyordum.

Sen sessiz kalınca biraz daha konuşmam gerektiğini düşünmüştüm, "Sen sevmiyorsun diye çoğu arkadaşımla ilişkimi kestim, senin dışında kimseyle de yemek yemiyorum..."

Araya girdin. "Benim için arkadaşlarınla ilişkini mi kestin? Ben senden böyle bir şey istediğimi hatırlamıyorum. Nereden çıkardın bunu?"

Sakinliğin beni panik etmişti. Kafam oldukça karışmıştı. Böyle demeni hiç beklemiyordum. "Ama onları sevmediğini söylemiştin."

"Ben sana onlarla aranı boz demedim, kendi seçimlerinden beni sorumlu tutma."

"Benim seçimim mi? Ben niye arkadaşlarımı kaybetmek isteyeyim ki?" Sinirleniyordum ama senin gibi sakin kalmam gerektiğini de biliyorum. Sen neden sakindin ki? Kolay mıydı senin için? Bunun provasını önceden yapmış mıydın yoksa?

"Bunu kendine sor," rahat rahat söylediğin cümleye karşın suratın gergin bir hal almıştı. Bunu o an fark edememiştim çünkü kontrolümü kaybetmeye çok yakındım, gözüm kararıyordu.

"Soobin cidden senin sorunun ne? Kaç kere onları sevmediğini, onları istemediğini söyledin. Ne zaman onlarla birlikte olsam ya da onlardan bahsetsem bana surat yaptın," derin bir nefes aldım, "Bak, seni suçlamıyorum. Önemli değil, tamam mı? Sadece seni nasıl mutlu edeceğimi bilmeliyim. Seni kaybedemem."

Başını iki yana sallayıp yerinden kalkmıştın ve kapıya doğru yürümüştün. O kadar hızlı kalkmıştım ki yerimden, hayatımda hiçbir şeye bir daha bu kadar hızlı tepki veremedim. Diğer hiçbir şey bu kadar önemli hissettirmedi çünkü.

Koluna yapışmıştım, özür dilemeye başlamıştım bile. "Lütfen hiç konuşmamışız gibi yapalım, olmaz mı? Lütfen! Uzun zamandır ikimiz bir şey yapmıyorduk zaten, şimdi gitme, böyle gitme."

Bana döndüğünde kolunu bırakmıştım yavaşça, gözlerin dolu doluydu. Öyle afallamıştım ki seni kollarıma alıp sakinleştirmek istesem de yerimden kıpırdayamadım. Biraz sonra diyeceğin şeyler beni daha da afallatacaktı.

"Kalmak istemiyorum. Konuşmak da istemiyorum."

"Sorunu konuşmak mı istemiyorsun," iyice korkmuştum, "yoksa benimle mi?"

Dudaklarını birbirine bastırınce gamzelerin gözükmüştü. İşte o an anlamıştım gamzelerinin sadece mutlu olduğunda ortaya çıkmadıklarını. "Fark eder mi ki?" diye sormuştun kısık sesle.

"Tabii ki eder!" Senin fısıltınla benim yüksek sesim çarpışmıştı havada.

Omuz silktin, hiç mi umursamıyordun? "İkisi de." derken yüreğin ne kadar sızlamıştı? Ağlamak üzereydin işte, demek ki umursuyordun. Niye öyle yaptın ki o zaman?

Ben yerimde sessizce dikilirken gözlerim rahatsız olmaya başlamıştı. Sevgilim benden rahatsız mıydı? Benimle konuşmak istemiyordu. Sorunu çözmek istemiyordu. İnceldiği yerden kopsun, o halde. Siktir.

"Ah, cidden, Yeonjun!" Alayla gülerken burnundan solumuştun, "Çok sinirimi bozuyorsun. Hepsi seninle alakalı olmalı, değil mi? Samimi olmadığım kişilirle bir şey yapmak istemediğimi söylerim, iş 'Ama onlar benim arkadaşlarım ve ben onlara söz verdim'e gelir! Ben sizin aranızın bozulmasını falan istemedim, tamam mı? Benden uzak durmalarını istedim sadece. Bunu anlamanı bekledim ama senden anlayış beklemekten çok yoruldum artık. Bir sorun olduğunu anlaman bu kadar uzun sürmüşken bir de sana dert anlatmamı falan mı bekliyorsun gerçekten?"

"Düzeltmek istiyorum, Soobin. Lütfen bana bir şans ver..."

"Buradan düzelmez."

Buradan sonrası hatıramda biraz karışık. Sanırım bir şey diyememiştim, çünkü ne zaman hatırlamaya çalışsam gözümün önüne sinirli suratın gelir ve kulaklarımda çınlar hala ettiğin laflar.

"...herkesin ilgisi her an, her saniye senin üzerinde olmak zorunda! Yoksa ölürsün, değil mi? Ah, çok özür dilerim Yeonjun-ssi, ilgi kaynaklarınızı azalttığım için. Gerçi pardon, sen beni suçlamıyordun değil mi? Ne yüce gönüllüsün! Ama bak, yalnız kaldın işte şimdi!"

"... şımarık... ilgisiz... kör... anlayışsız... bencil..."

"...bir kere de sorsan bana ne istiyorsun, ne düşünüyorsun, nasıl hissediyorsun, iyi misin?.."

Sonra ben araya giriyorum, "Seni seviyorum," diye. Donuk bakıyorsun biraz, "Bu artık fark etmez. Ayrılalım."

İlk tepkimin gülmek olması seni daha da sinirlendirmişti, eline uzanmıştım, "Bak, bu iyice saçma bir tartışmaya döndü. Yarın tekrar konuşalım, anlaştık mı? İkimiz de sakinleştiğimizde tekrar konuşalım. Haklısın, şu an konuşmak için uygun değil. Sinirle birbirimize istemediğimiz şeyler söylemeyelim."

Elini çektin, kaşların çatıktı ve üzgün görünüyordun. "Hoşça kal, Yeonjun," demiştin suratıma bakmadan, sonra kapıdan çıkıp gittin.

Sonraki gün sınıfının kapısının önünde bekledim seni, yoktun. Bırakmadım, bütün teneffüsler bekledim. Okula gelmeye başladığında beni ustalıkla görmezden geliyordun. Yılmadım ama, yemeklere bile gitmedim, seni bekledim. Olmadı.

Yarın konuşuruz, demiştim. Yarın asla gelmedi. Bizim bir yarınımız olmadı.

Son sınıftım o zamanlar, mezuniyetime de birkaç ay kalmıştı. O birkaç ay seni beklemekle geçti. Sakinleşmeni, beni affetmeni, karşıma geçip konuşmanı bekledim. Sonra da birden mezun oluverdim. Seni daha fazla bekleyemeceğimi, beklesem de bir işe yaramayacağını anladığımda özür diledim milyon kez, hiçbirini duymadın.

O gün dediklerinde samimi miydin? İlgisiz bir ilgi manyağı mıydım? Ben seni seviyordum, ilgiyi de seviyordum, ilgiyi senden almayı çok daha çok seviyordum. Bunun yanlış bir şey olduğunun farkında değildim. Ama seninle ilgileniyordum, ilgilenmiyor muydum? Seni yalnız mı bırakmıştım? Seni dinlememiş miydim? Elimden geleni yapmıştım, ilk ilişkimdi, elimden gelen yeterli değil miydi?

Yıllarca hem kendimi, hem de arkadaşlarımı suçladım, asla seni suçlamadım. Ettiğin lafları sindiremesem de, yıllarca ağlasam da seni bir kere de olsun suçlamadım. Kızgındım, orası ayrı, ama suçlusu sen değildin, bendim ve arkadaşlarımdı. Aramızı bozdukları için onlardan nefret ettim. Neredeyse hiçbiriyle konuşmuyorum artık. Hadi, hadi affet beni...

Yarın, dedim. Yarın olmadı. Yarını bekledim, yarın gelmedi. Bugünde tıkılı kaldım uzunca bir süre.

Bir yarınımız olur muydu acaba? Sen olmasını ister miydin ki? Yoksa yine yalnızca kendimi mi düşünüyordum?

us in the sky at 5:53 ❀ yeonbinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin