Akşam metroya biraz erken binmiştik. Hareket etmesini beklerken gözlerin kapanıyordu. Başın öne düşerken sıçrayarak kendine geldin ve gülerek doğruldun, "Ah, gözlerim kapanıyor."
"Yorucu bir gün müydü?" diye sordum.
Başını salladın, "Sürekli in çık yaptım, asansörle olsa da yorucu oluyor. Akşam pek iyi uyuyamadım bir de," haddinden çok fazla şey söylemiş gibi durdun birden. Sorunun ne olduğunu anlamadım.
Kapılar kapanmış, tren hareket etmişti. "İstersen biraz kestir, ben seni uyandırırım." dediğimde başını iki yana salladın. "Evde uyusam daha iyi olur."
"Pekala."
Teklifimi reddetsen de hemen sonra tekrar başın öne düşmeye başlamıştı. Dudaklarını uzatmış halinle ne kadar tatlı gözüktüğünü düşünüyordum. Gözlerin kapalı, başını omzuma yasladığında donup kaldım. Ne yaptığının farkında mıydın? "Soobin," diye fısıldadım, gözlerini açmadan mırıldandın. Tekrar seslendim, bu sefer tepki bile vermedin.
İç çekip başımı başına yaslamıştım. Verdiğim nefes havaya karışamadan sıkıntılı ifadem tebessüme bırakmıştı kendini. Böylesi güzeldi. Böyle kalabilirdik. Böyle kalacaksak son yedi senedir yaşadığım bütün üzüntüleri unuturum. Sen de unutur musun?
Biz öylece dururken tren yavaşladı. Başımı kaldırıp seni sarstım. Gözlerini sıktıktan sonra açtın ve etrafına baktın. "Eve gitme zamanı," dediğimde gerinirken kucağındaki çantayı vücuduna bastırmıştın. Tren durdu. Ayağa kalkarken dengeni kaybettin, kolundan tuttuğumda aniden ayağa kalktığın için olduğunu düşündüm. "İyi misin?" diye sordum. Hala gözlerini doğru düzgün açamadığını fark ettim. Başını salladın.
Ben de ayağa kalktım, "Hala uykulu musun?" Yeniden salladın başını. "Eve gidebilecek misin?"
"Evet," mırıldanıp kapıya doğru yürüdün. Metronun kapısına tutunup atladın. Dengesiz atlaman beni endişelendirdiğinden peşinden çıkıp koluna girdim. "Ne yapıyorsun, Yeonjun? Bak hareket edecek yine."
"Seni evine götüreceğim." dedim, beline doladım kolumu, sen de kolunu omzuma attın. Şimdi gözlerini açabilmiş bana bakıyordun. "Ama eve git..." dedin.
"Boş ver sen, öncesinde bir şey mi yesek? Şekerin düşmüş olabilir. Başın dönüyor mu?"
Başını salladın. "En son limonata içtim," diye mırıldandın, belki duymamı istememiştin. Kızmıştım. "Soobin!" dedim azarlar gibi, gerisini getiremedim. Konuşmanın zamanı değildi, sana bir şeyler yedirmeliydik.
Seni istasyondan çıkarıp etrafa bakındım. "Apartmanımın karşısında bir tavukçu var," dedin, "Beş dakikaya orada oluruz. Oraya gidelim, daha kolay olur."
Sen bana tarif ede ede dediğin tavukçuya gittik. İçeriye girdik ve siparişlerimizi verdik. Hızlıca getirdiler, yemeni bekledim. Mahcup olmuş gibi bir halin vardı, tavuğundan küçük ısırıklar alıyordun. Sen içki istemediğin için ben de istememiştim. Düzgün yediğine ikna olunca ben de yemeye başladım.
Bir şeyler demem gerekiyormuş gibi hissetsem de ne demem gerek bilmiyordum. Kendine dikkat et, beni böyle endişelendirme, öğünlerini atlama, sağlıklı ol...
Yemeğimiz bittiğinde parasını ısrar ederek ben ödedim. Kalktığımızda da ne olur ne olmaz koluna girdim. "İyiyim, merak etme," dediysen de bırakmadım. Karşıdan karşıya geçip eski bir apartmana girdik. İkinci kattaymış evin.
Kapıya geldiğimizde durdum, "Uyumaya git, olur mu?" diye sordum. Başını salladın, kapıyı açtın ama içeri girmeden önce epey oyalandın.
"Gelmek ister misin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
us in the sky at 5:53 ❀ yeonbin
Fanficçiçek gibi, vanilya gibi, öyle bir şeyler... TW! depression, anxiety, antidepressants, mention of self harm