Çoğu zaman durup düşünüyorum aramızın ne zaman bozulmaya başladığını. Ne zaman yalnız kalsam aklımda uçuşmaya başlayan düşünce ve anı silsilesi beni üzmenin yanı sıra, o bahar gününe götürüyor. Bulabildiğim cevap o gün. Salıydı hatırlıyorum. Öğle yemeğine çıkmak için dakikaları saydığım bir matematik dersinden sonra olan olaylarda aklıma ilk şüphe tohumu düşmüştü.
Yemekte buluşup bahçede ağacın altına oturmuştuk. Sen tepsindekileri yemeye başlamışken ben çantamdan tatlı patatesimi çıkarıyordum. "Sadece onu mu yiyeceksin?" diye sormuştun kaşlarını çatarak. Yanaklarımı elletip ne kadar tombul oldukları ilgili dert yandığımı hatırlıyorum sonrasında. Diyete ne zaman girsem kaşlarını çatar, öz güvensizliğime karşıt laflar eder ve hala diyete devam ettiğimi görünce daha da kızardın. Neyse.
Biz sohbet ede ede yemeklerimizi yerken önümüzden arkadaşlarım geçiyor, bana selam veriyor, bazıları derslerle ilgili sorular soruyor, ayaküstü muhabbet edip yollarına devam ediyorlardı. Sen yanımdayken pek kimse benim yanımda durmaya cesaret edemiyordu. Bunun asıl sebebini bir sene kadar sonra Changbin'den öğrendim. Senin için "Yeonjun'un sinirli ve kıskanç küçük sevgilisi" diyorlarmış, ne zaman yanıma biri gelse -hele bir kız olsun, vay onun haline- o bakışlarınla kim bilir içinden ne geçiriyormuşsun. Ben hiç böyle bir şey düşünmemiştim.
Senden, ve aslına bakarsan pek kimseden de, çekinmeyen Wooyoung yanımıza çöktüğünde de Wooyoung'a ters ters bakmış mıydın acaba? Hiç sanmıyorum, Wooyoung'u sen ve herkes severdi.
"Yeonjun, hafta sonu Jiwoo'nun doğum günü partisine geleceksin değil mi?" diye sormuştu Wooyoung, yanımdaki senin gerildiğini hissetmiştim. "Tabii ki, hediyemi de aldım. Sen?"
"Çoktan. Bizimle yesenize!" demişti Wooyoung biraz ötede oturan arkadaşlarımı işaret ederek. Bundan hoşlanmadığını bildiğimden gülümseyerek reddettim. Wooyoung surat asarak ayağa kalkmış, "Bir ara birlikte yiyelim ama. Anlaştık mı Soobin?" demiş, sen kafanı sallayınca gülerek gitmişti. Onaylaman çok hoşuma gitmişti, yanına sokuldum.
"Demek hafta sonu Jiwoo'nun doğum günü... Voleybolcu Jiwoo, değil mi? Ne hediye aldın?"
Bir yandan partiyi sana söylemedim mi acaba diye düşündüğümden otomatik olarak cevaplamıştım sorunu: "Parfüm."
Çubuklarını tepsine sertçe bırakıp gözlerini kocaman açarak bakmıştın bana, "Sen kıza parfüm mü aldın?"
Sert tonun beni kendime getirmişti, "Evet, niye ki? Sorun mu var Soobinie?"
"Hiç!" diye sesini yükseltmiştin, "İnsanlar genelde öyle hediyeleri sevdikleri kişiye alır da!"
Kendimi tutamayarak kahkahayı patlatmış, üstüne de sıkı sıkı kollarıma almıştım seni. Yüzümde gülümsememle güzel kokunu içine çekmiştim. "Seni hepsinden çok seviyorum! Hem Jiwoo'ya dünyanın en güzel parfümünü alsam bile senin kokun yanında bir hiç."
Cevap vermemiştin, ben de eğilip yanağından öpmüştüm. Yalan söylemiyordum, senin kokunu hiçbir şeye değişmezdim. Çiçek gibi, vanilya gibi, öyle bir şeyler... O kadar güzel kokuyordun ki!
Kollarımdan ayrılıp yüz yüze geleceğimiz şekilde oturmuştun. Ortamı yumuşatmak için bir şeyler daha demem gerektiğini hissediyordum. "Partiye sen de gelmek ister misin?" Ben ve şu parlak fikirlerim, değil mi?
Kaşların havaya kalkmıştı, alay edermiş gibi gülmüştün, "Şaka ediyorsun herhalde."
"Hayır, hiç de bile! Hem onlarla biraz zaman geçirsen arkadaşlarımın kötü insanlar olmadığını görürsün. Tanımadığın için çekiniyorsun, tanısan hiç böyle olmaz. Onlar da seni daha iyi tanımak istiyor. Arkadaşlarıma bir şans versen?.."
Biraz durup düşünmüştün, "Gerçekten onların yanında rahat değilim. Kötü insanlar olduklarını düşündüğümden değil... Öyle işte." Omuz silkmiş ve daha da bir şey dememiştin.
"Bu kadar ön yargılı olmasan olmaz mı?" diyerek iç çekmiştim.
"Bunun ön yargıyla ne alakası var? Ön yargılı falan değilim! Onları tanımak istemiyorum sadece!"
Ben sinirli değildim ama aynı şeyi senin için söylesem ne kadar doğru olurdu bilemiyorum. "Ön yargılısın işte."
"Değilim! Hem sen benim arkadaşlarımla yakın mısın da bana laf ediyorsun?" dediğinde şaşırıp kalmıştım. Arkadaşlarını sadece ismen bildiğim ve arada bir selamlaştığımızı o an fark ettim. İçime şüphe düşüren an tam da bu andı. Arkadaşlarını tanımamam bir sorun muydu? Yoksa sorun benim arkadaşlarım mıydı? Çabalamanı isteyip çabalamayan aslında ben miydim?
"Ah, özür dilerim, haklısın."
Çabuk gelmiş özrümle bu sefer şaşıran sen olmuştun. Dudaklarını büzüp kafanı önüne eğmiştin, "Biz bize yeteriz işte, neden anlamıyorsun ki?"
O lafın hiç aklımdan çıkmadı. Seni tutup tekrar sarıldım. Eğilip baktığımda gamzelerinle karşılaşınca mutlu olmuştum.
Meğer aptalmışım. Her gamzelerin göründüğünde mutlusun sanıyordum. Sinirle, hüzünle dudaklarını birbirine bastırdığında da gamzelerin çıkıyormuş. Fark etmem zaman aldı, geç kaldım. Özür dilerim.
Ben gerçekten, çok üzgünüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
us in the sky at 5:53 ❀ yeonbin
Fiksi Penggemarçiçek gibi, vanilya gibi, öyle bir şeyler... TW! depression, anxiety, antidepressants, mention of self harm