3.BÖLÜM
Masanın üzerine bıraktığım çiçeğe bakıyordum. Üzerindeki kartı kaç kere okumuştum acaba? Peki, gidecek miydim? Aslında bu sorunun cevabını biliyordum, tabi ki gidecektim. Hemen hazırlanmam gerekiyordu. Uzun zamandır ne giyeceğimi bu kadar çok önemsememiştim. Bir bakalım; Beyaz bir gömlek, ekose bir ceket ve tabi ki mavi bir jean tam bir bahar kombini oldu. Saçlarımı bu sefer açık bırakmaya karar verdim, mavi şalımı boynuma doladım. Hafif bir makyajla yüzümü biraz renklendirdim, işte hazırım. Peki, gerçekten hazır mıyım?
Acaba onun ben de bıraktığı etkiyi, ben de onda bırakmış mıydım? Öyle olmasaydı bu kadar zahmete girer miydi? Kapıya çiçek bırakmak, kahve içmeye davet etmek... Belki de ben bu duruma fazla anlam yüklüyordum. Çantamı alıp evden çıktım. Kalbimin atış hızı ve içimdeki bu garip heyecan, bana kendimi çok farklı hissettiriyordu. Yolum çok kısa olmasına rağmen bana çok uzun gibi gelmişti. Kafenin önüne geldim: Derin bir nefes aldım ve içeriye girdim. Hemen sol tarafta, köşedeki masada cam kenarında oturuyordu. Beni gördü ve ayağa kalktı, ona doğru ilerledim...-Merhaba, hoş geldin.
-Hoş buldum.
Hemen karşısına oturdum, çantamı sandalyenin arkasına astım. Gergindim ve bunu fark edecek diye de ödüm kopuyordu.
-Nasılsın?
-İyiyim teşekkürler. Sen nasılsın?
"Konuşma son derece resmi ve rutin bir hal almıştı. Yüzüne bakmamaya çalışıyordum."
-Çalışmaları tamamlamışsın.
-Hayır tamamlamadım.
-Nasıl? Ama Arzu beni bunun için arayacağını söyledi.
-Evet, ona öyle söylemek zorunda kaldım.
-Anlamıyorum neden peki?
-O gün apar topar gitmenizi istedim. Tavrımın pek hoş olmadığının farkındaydım ve telafi etmek istiyordum. Arzu hanıma uzun uzun anlatmak istemedim.
-Anladım, çok haksızda sayılmazsınız. Sanırım ben de o gün biraz haddimi aştım.
-Hayır, inanın ben başka bir sebepten dolayı çok fazla gerildim ve sizin de bu duruma daha fazla şahit olmanızı istemedim.
"Bu konuşmayı yapmak beni inanılmaz rahatlatmıştı, o sırada garson geldi ve ne içersiniz diye sordu. Siparişi benim vermemi istedi."
-Buranın havuçlu keki efsanedir denemelisin.
-Peki, o zaman deneyelim birde yanına iki çay alalım lütfen.
-Çalışmaları tamamlamadığını söyledin, peki nasıl olacak?
-Ben müsait olduğunuz bir gün birlikte devam ederiz diye düşünmüştüm.
"O anda Kalbim hızlandı ne diyeceğimi bilemedim. İçimden çok isterim diye çığlık atmak geldi ama tabi ki yapmadım. Gayet düz bir şekilde;"
-Olabilir tabi, neden olmasın.
-Peki, bu gün olur mu? Stüdyo müsait hafta sonu malum rahat rahat çalışabiliriz
"Yok, ama bu kadarı bu bünyeye fazla..."
-Tamam, o zaman keklerimizi yedikten sonra kalkarız.
-Anlaştık...
Tam o sırada mis gibi kokan keklerimiz servis edildi. Normalde iki lokmada bitireceğim kek resmen ağzımda büyüyordu. Nasıl bir durumun içine düşmüştüm böyle, kendime neden engel olamıyordum. Pekâlâ, ona hayır diyebilir ya da bir bahane bulabilirdim ama bunu istemiyordum.
-Nasıl beğendin mi?
-Evet, gerçekten güzel yapıyorlarmış.
-Benim için en iyisi diyebilirim.
-Çok seviyorsun anlaşılan, böylelikle seninle ilgili bir şey daha öğrenmiş oldum.
"Bir şey daha derken ne demek istemişti."
-Bitirdiysen kalkalım mı?
-Kalkalım tabi ki Deniz Hanım...
Gülümsedim, yerinden kalktı bana kibarca elini uzattı, elini tutup kalktım. Müsaade istedi ve hesabı ödemeye gitti. Gerçek olamayacak kadar nazikti ve insana kendini değerli hissettiriyordu. Hesabı ödedikten sonra yanıma geldi ve birlikte dışarı çıktık. Hiç konuşmadan yürüdük;
-Sana komik bir şey söylesem. Arabayı geçtik.
-Nasıl yani hangisi?
-Kafenin hemen önündeki mavi araba.
-Peki, neden bir şey söylemedin?
Çocuksu bir ifadeyle gülümsedi ve arabaya doğru geri yürüdük. Arabanın kapısını açtı ve eliyle elimi tuttu, kendimi kraliyet ailesinin bir ferdi gibi hissetmeye başlamıştım. Malum günümüzde sizi gördüğünde ayağa kalkan, sandalyenizi çeken, kapınızı açan adamların sayısı oldukça azdı. Hatta ben uzun zamandır böylesine nazik birine hiç rastlamamıştım.
Bir süre ikimizde hiç konuşmadık. Kafamda sürekli bir sohbet konusu açmayı düşünsem de, ağzımdan tek bir kelime bile çıkartamıyordum. En iyisi çekimle ilgili bir şeyler sormak diye düşündüm, işte tam o sırada Barış radyoyu açtı. Radyoda Sertab Erener'in Zor Kadın şarkısı çalıyordu...
-Sever misin?
-Severim, hatta eskileri bir başka severim.
-Bende öyle, bak bir şey daha öğrendim. Demek ki ortak noktalarımız da var seninle...
-Ben seninle ilgili pek bir şey öğrenemedim henüz...
-Vaktimiz var, bir de bakmışsın beni herkesten daha iyi tanıyorsun.
Yutkundum; beni nelerin beklediğini bilmiyordum. İçimdeki heyecan ve korku adeta birbiriyle yarışıyordu. Hem çok istiyordum hem de ölesiye korkuyordum. Yanındayken kendimi iyi hissediyordum. Öyle ki korkularımı görmezden gelip, kafamın içindeki endişe dolu soruları sustura biliyordum. Hayatımda ilk defa bir şeyi oluruna bırakacaktım galiba, sonunu düşünmeden öylece kapılacaktım bu rüzgâra... Sertap Erener'in de dediği gibi
Acı bitti aşk bu defa
Yanıyor içim hala
Yüreğimde can buluyor
Her vuruşunda
Bana sorma hiç o günü
Eriyor tenim bedenim
Gecelerce iz sürerek
Aşk bulunmayacakSorma, sus sorma
Aşkın yıllarca, hoş bir kör tuzak, heyhat...Birlikte şarkının sözlerini söyleyerek ritim tutmaya başladık. Mutluluk insanı iyileştiren bir duyguydu, her şeyin özünde o olmalıydı. Aşka, sevgiye, huzura ve daha nicesine eşlik etmeliydi. İnsan mutlulukla birlikte yaşamalıydı her güzel duyguyu, yoksa hiçbiri sonsuza dek sürmezdi. Bu benim sonunu bilmeden çıktığım ilk yolculuktu, mutluydum ve bu duygunun sonsuza dek sürmesini istiyordum...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BANA RAĞMEN
RomanceKimi zaman sakin,kimi zamansa hırçın dalgalarla dolu bir Deniz. Onu her haliyle seven bir adam. Deniz hayatta her güzel şeyin bir sonu vardır diyenlerdendi. Güzel olan hiçbir şey uzun sürmezdi. Çok sevmekten ve sevilmekten korkardı, hayatın elinden...