|Hoş Geldiniz.|
________________
"Sonra bende dedim ki, Bay Kim bunu yapmanıza asla izin vermez. Odasına benden başkasını yer etmez dedim. Siz ne akla hizmet odasına girmek istersiniz dedim. Herkesin aklı başka yerde Taehyung. İyi konuşmuş muyum onlara?"
"İyi, iyi demişsin." Boğazımda düğümlenen her bir kelamın baskısı, konuştuğum andan beri varlığını korumaktaydı. Konuşmak beni biraz daha mı insancıl yapmıştı? Bilmiyorum ancak bildiğim tek şey, konuşuyor oluşum Jeongguk'umu mutlu ediyordu.
O parlak gözleri ne zaman bir şey söylemeye kalksam bana değiyor, beni sanki bir kitabın en heyecanlı sahnesi gibi okuyordu. Kaba tabirle mi söylenir bu bilmem ki, bir şey sanıyordum kendimi o bana öyle bakınca. "Sonra bozuldular elbet, işlerine döndüler. Bende hemen bitirdim işimi sana geldim. Erken vakitte sana gelmek zor ancak odanı da toplamak lazımdı."
"Lazımlık bir şey yok, halinden memnunum." Hani dedim ya, konuşmam onu mutlu ediyor ve gözlerini parlatıyor diye. Öyle ancak ben ne onun gülümsemesini, ne de değerli vaktini hak ediyordum. İçimde yangınlar vardı. Onunla münakaşa ettikçe ben diri diri yanıyordum yattığım yerde. Ettiğim her bir sözün acısı bedenimde girdap oluşturuyor, beni içine çekiyordu.
Huzuru onda bulan ben için bu ne demekti, kestiremiyordum. Zaten bir şey söyleyemiyordum da, yalnızca onaylarımla yetiniyordu. Bu bile canımı ölesiye yakıyordu. Konuşsaydım gerçekten, kim bilir bedenim ne hale düşerdi.
Gerçi benim de istediğim bu değil miydi? Bıkıp usandım diye sızlanmıyor muydum günlerdir? Beni anlamakta zordu, imkansızdı. Br dilsizin çaresizliğinden kalır yanım yoktu. Bir insan kendini ifade edebilecek yöntemler ne olursa olsun bulurken ben kendim için dil döktükçe yıkılıyordum.
Bu günlerimi susuz geçirdiğimden dolayı acıyan boğazımdan mıydı, bilemiyorum. Sadece var işte. Var ve boğazımı parçalıyor.
"Olur mu öyle, senin için her şeyi yaparım. Hem, evde de kimse yok. Herkes işinde gücünde, seninle daha fazla vakit geçirmek isterim."
"Lewon ne vakit saldı seni, yanından ayırmazdı." Kendinden habersiz dökülen sözlerim kulağıma vardığına, gözlerim istemsizce değdi gözlerine. O vakit gördüğüm hayal kırıklığını ben, daha önce hiç yaşamamıştım. Pişman olma duygusu muydu bu tattığım, bilmiyordum. Ancak gözlerinden kayan yıldızların haddi hesabı yoktu. Buluştuğum gözleri bile odamın karanlığına dönüşmüştü. Tek bir umut tanesi gibi yeşeren yıldızlarımı, kendi ellerimle batırmıştım.
Birinin acısını gözlerimle tadabilir miydim? Bu benim canımı ne derece yakardı? Öğrendim işte. O bana gözleriyle öğretti yine en büyük acıyı. Aptaldım ya ben, aptaldım. Gözlerim gözlerine tutuklu kalırken bağırdı ruhum dudaklarıma. O lanet dudaklarını ayırmasaydın da duymasaydı bu acılarla boyanmış duvarlar seni, dedi.
Takılı kaldığım, bir türlüğü ayrılmaya vakit yaratamadığım gözlerinden bir yaş süzüldüğünde, gözlerim camdan içeriye süzülen güneşin gidişini onun yüzünde gördü. Bir masalın tam ortasında mıydık? Zira tanrının sırf benim onun güzelliğini daha net görebilmem için sabahı akşam edeceğini düşünmüyordum. Hele de bunca lafımdan sonra, ona yaptığım ve akıttığım her bir damla gözyaşından sonra bunu yapacağını hiç sanmazdım. Beni sevmezdi, herkes gibi Tanrı da sevmezdi beni.
"Bana inanmıyorsun, bana neden inanmıyorsun?" Tanıdık, yorgun ve hırıltılı sesi kulaklarımda yankılanırken olduğum yerde sallandı bedenim, öyle net hissettim ki bu sarsıntıyı, parmaklarım alelacele yere dayanıverdi. Yutkunamadım, nefeslerim hızlandı da hızlandı. Hiçbir şey kontrolum altında değildi ve ben sanki onun karanlığı odamla bütünleşmişçesine gözlerinden kaçmak istedim. Ruhum daralıyordu, gözlerim odanın içinde kaçacak nokta arıyordu. Panik sanki bütünleşip beni sarmaya başlamıştı, beni yakıyordu.
"Sus, konuşma." Çatlamış dudaklarım arasından kaçan kelimeler öyle aceleciydi ki, fark etmeden tükürüklerim saçıldı etrafıma. Yaşlı, kalp hastası bir adama dönüştüm oturduğum yerde. Parmaklarım üstümdeki kirli gömleğin kalbine ulaşırken, zorlukla güçlükle inledim. Kafamı arkaya attım, acı gülümsemesinin sesi sardı kulaklarımı.
"Susturarak gerçekleri yok edemezsin Taehyung. Bana inandığını sanmıştım, bu yüzden burdaydım. Başından beri, bu yüzden senin yanında olmaya devam ettim. Bana neden güvenmiyorsun? Ben sadece seni sevdim. Başından sonuna kadar hep senin sevgin için savaştım ve senin yaptığın beni kendinle bir odaya kapatıp cezalandırmak."
Öyle feryat doluydu ki sözleri ben bedenimi saran koku yüzünden az kaldı öğürecektim. Onun kokusu yüzünden öğürecek olmak beni ona karşı ne derece sevgi dolu birisi yapardı? Katlanmıyordum işte, hata yapan ben olsam bile işittiğim her bir kelimede, en sevdiğimden bile iğreniyordum.
"Seni yiyip içmediğin için tebrik mi edeyim? Bunu mu istersin benden? Şu an bile, sen bu sözü sarf ettikten sonra bile ben senin için çabalamaktayım. Bana bak, verecek bir nefesim kalmadı ama sana hâlâ açıklama yapıyorum ben. Kendini yoruyorsan, peki beni neden artık bırakmıyorsun?"
"Lewon'la yattın sen!" Kafamı kaldırıp gözlerine baktığım an sözlerim yine onu acıtmak adına vardı kulaklarına. "Ben seni, ben seni beklerken sen üstün başın açık, leş kokarken onun odasından çıktın. Öyle vardın bana! Benden gördüklerimi yok etmemi isteyemezsin. Benden her şeyi şimdi olacak, seni affedeceğim şekilde cümleler bekleyemezsin! Sen yaptın, sen sebep oldun. Bir suçum yok, hiçbir suçum yok. Ben sadece seni sevdim, beni sevgimle öldürdün."
Kötü birisi miydim ben? O öylece camımın önünde, dolu gözlerle bana bakarken kötü birisi miydim? Nasıl bir çağda var olmuştuk ki hatalarımız bile ona göre şekilleniyordu. Sarf ettiğimiz her bir söz, geçen saniyenin yükü oluyordu. Kaçtığımız her bir gerçek, geleceğin mevzusu oluyordu.
"Bana karşı hiçbir düşüncen değişmemiş ki senin. Sen bana olan sevginden söz ederken, aşkını dillere destan kitaplara konu ederken sen, beni anlamayı hiç düşünmemişsin ki. Velev ki ben yatmış olsaydım abinle? Sende gördün bunu madem, neden buradayız? Neden gitmemi istemiyorsun? Neden nefret ettiğin bir adamı, sözlerine güvenmediğin bir adamı yanıbaşında tutuyorsun? Madem ölen sen oldun, ben neden bu odadayım Taehyung?"
Konuşmaya aralanacaktı dudaklarım ancak o aynamın önüne varıp yumruğunu geçirdiği zaman öylece kalakalmıştım kırık parçalarda. "Saatlerce düşünüp bu aynaya bakıyorsun, ancak sen düşünmüyorsun. Yalnızca kendi doğru ve yanlışlarını, fikirlerin üzerinden yargılıyorsun. Senin hayat namına bir düşüncen yok ki. Olsaydı ne ben artık burda olurdum, ne de bu aynaya bakan gözlerin bir anlam kazanırdı."
Sustu bir müddet, tekrar araladı dudaklarını kanayan parmaklarını arkasına gizlerken. "Boş bakıyorsun. Bilmiyorsun ancak bomboş bakıyorsun. O yüzden gereği yok aynanın. Ben gelene dek karanlığında boğul, gözlerini yitir. Çünkü ben öyleyim. Öyle bırakıldım. Yalan dolanla, karanlıkta, acıyla bir başıma. Beni anlar mısın bilmem ki hiç. Keşke bir kere varsa gözlerin bana. Ama yok, sen korkarsın değil mi? Ben hiç korkmazdım çünkü. Benim hiç canım acımazdı.
Diyorum ya, boğul karanlığında. Yitir beni. Kaybettiğin, unuttuğun annen olayım da bir insanın varlığının sonsuz olmadığını kavra. Kimse senin kafanın içinde değil ya da senin fikirlerine katılmak zorunda değil. Ben senin kafanın bir ürünü değilim, beni yok etmiş olabilirsin ama ben senin kendini rahatlatmak adına yanında tuttuğun bir ruh olmayacağım artık.
Beni yitirdin Kim Taehyung. Şimdi yalnızca gözlerime bakarsan bulabilirsin beni. Buna da güvencem yok, sen beni görmek istemezsin. O yüzden gidiyorum, kimsesiz kal. Yaşattığını yaşa. Karanlıkta açık bırakılan gözlerime bir mum yakana kadar, sen de yan Taehyung."
Bölüm Sonu.
Yazım hatası varsa kusura bakmayın lütfen.😶🌫️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
isyan.
SpiritualIslak tahtanın üzerinde gözlerim kapalıyken ayaklarım işe yaramıyor.