Kalemin tepesine, tırnak kenarı dişlenmiş baş parmağının ucuyla bastı. Bir kez daha. Tekrarlayarak... Üç dakika yirmi ikinci saniyede bir kez daha. Üç dakika yirmi beşinci saniyede. Üç dakika yirmi sekizinci saniye. Üç dakika otuz bir. Üç dakika... Kalemin ucu bir içeri, bir dışarı hipnoza uğramış gözlerin takibinde. Saat sarkacının tıkırtı sesiyle sağa sola gitmesi gibi, kalem sesiyle bir içeri, bir dışarı.
Parmakları, dizlerine yasladığı defterinin üzerinde gri metal kalemini kavramıştı. Kalem ucu giriş ve çıkışları esnasında, kareli sayfada mavi izini bırakıyordu.
Su yeşili gözleri, üç adım önündeki asırlık ağaca yöneldi. Bakışları gövdenin üst üste binen kabukları delip hayaline geçiyordu. Kahverenginin her kabukta başka ton alması, Onun gözlerinin andan ana değişen rengini taşıyordu o hayale.
Şurada, en üstteki katman daha genç olduğunu belli ediyordu. Tıpkı güneşli gökten kendisine döndüğünde, yanları kırışmış o gözlerde gördüğü bal rengi gibi... Aldığı ışığı taşıyan, hala taze.
Bir iki alttaki parça ise, akşam çökerkenki o renkti. Kızıllıkta, gözleri kitap sayfasından kalkıp o koyuluğuyla onu buluyordu. İşte bu parça, tam o renkti.
Altı yön bembeyazken, ucu kızarmış burnundan, pembeleşmiş yanaklarından yükselen o renk te, dallara gittikçe doğuyordu.
Gözlerine bakardı her halde. Başını kaldırır, adeta benliğini çırılçıplak görür gibi. Son anda, gözlerinin şu dünyayı nakış nakış işlediği son anda... Son anı düşünmektense ilk ana dalmayı seçti.
Yirmi yaşının martı. Sadece martta olduğunu hatırlıyordu. Vizeleri zamanıydı. Sabahtan bir dersin sınavına girmişti. Bir saat yazmaktan kalemini yorduğu sınavdan çıkarken akşamki çalışmanın hakkını verdiğini hissediyordu. Arkadaşlarının vakit geçirmek istemesine bundan tamam demişti. Biraz oturup sohbet etmeyi hakkettiğini düşünüyordu.
Öğle arasının bir kısmı muhabbetle geçtikten sonra, diğer sınavın notları çıkarılmaya başlanmıştı. Notu alıp kısık sesle ezber yapan da vardı, yazarak sayfaları çoğaltan da, ben çalıştım deyip ilgilenmeyen de.
Aniden bir rüzgar masalarına uğramış, üstteki notları dağıtmıştı. Önce kollar tutabilmek için uzanmış, yakalayamayınca ayağa kalkılmıştı. Masanın koridora dönük tarafında oturan kızımız, yerinden hızla kalkıp kağıtların peşine düşmüştü. Kağıtların bir kısmı çaprazlarındaki masanın ayaklarının yanına, bir iki tanesi de masanın üstüne serilmiş uzanıyordu.
Evet, gözleri, gözlerine orada değdi. Şaşkın bakışlar birbirine kitlenirken zaman durup kenara çekildi. Karşılıklı bu tanışmama, hesaptaki açıktı. Ödemenin nasıl yapılacağı iki yabancıya kalan.
Evvela O, bu andaki sonsuzluktan kendini sıyırdı. Ayaklarının dibine gelmiş kağıtları aldı, elinde düzenlerken masa üstündekileri de ekledi ve uzattı. Ayaklarını zorlukla hareket ettiren kızımız, masaya ulaştığı dört adımla dört mevsim geçirmişcesine durdu. Buz kesen elleri, sıcak basan yüzü, ona ılık ılık bakan gözler ve titreyen parmakları. Kısa bir teşekkürle kağıtları aldı. Nefesini tuttuğunu oturana kadar fark etmedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gamlanma
SpiritualYine de iç'im acı-yor. An'la'şılır bir vakıa bu. Mesken'imi kayb-ettim; sükun yerimi yani. Bir gemi üzerinde güvenle manzaraya hayran kalırken, bir ala-bora oldu. Ve ben... Engin mavi'lik'lerdeyim işte. Soğuk bir yandan, üşü-yorum. Yüz-mem gerek; yö...