III. BÖLÜM : SANRILARIN SANCILARI

374 15 0
                                    


🎩

Işığın yüzüne vurduğu; tahta evin sahibinin gösterdiği sandalyeye doğru, ilerledim. Yavaşça oturdum. Onu incelemeye başladım. O bana bakmıyordu. Sanırım bu işime gelirdi.

Pek vaktim olduğunu sanmıyordum. Çünkü gelenler çok fazla olacaktı. Çünkü ne kadar hızlı olursam tehlike içerisinde olma ihtimalim kadar az olurdu.

Bana, "Ne istiyorsun?" Diye sordu. Yutkundum ve elimi masaya koydum. Parmak boğumlarımdan başlayarak, tırnak ucuma kadar açık olan ellerim de lambanın ışığından nasibini almıştı.

Gözlerimi, ışığın vurduğu parmaklarımdan çektim.

Benden bir cevap bekliyordu. Ancak ben bana bunu sormasını beklemiyordum. Sonuçta herkes buraya akın ediyordu. Şeffaf kalpli olan herkes. Çünkü bu adam, İta'nın yerini biliyordu. Çünkü İta'yı bulmama yardımcı olabilir demekti.

Derin bir nefes alıp, "İta.." Dedim. Ancak böyle söyleyince, 'İta'yı istiyormuş gibi' görünmüştüm. Yani İta'yı bulmak istiyordum. İta'yı istemiyordum.

Başka anlamda yani. Bu yüzden cümlemin devamını getirmek için ağzımı açmıştım. Ancak karşımdaki adam gülmeye başladı. Ve gülüşü sinir bozucuydu. Dalga geçer gibi bir gülüşü vardı. Kahkaha benzeri yükseklikteydi. Rahatsız ediciydi.

Gülüşünü kestiğinde, yüzüne baktım. Açık kahverengi gözleri vardı. Yüzünde, sol gözünün yanında bir doğum lekesi ve açık kahverengi gözlerinin içinde kırmızımsı noktalar vardı.

Arkasına yaslanıp, "Bu aralar da herkes İta'yı arar oldu.." Dedi. Elini çenesine düşünüyormuş gibi yapıyormuş gibi dayayıp, çenesini sıvazladı. Bir oyuncu olmalıydı. Malûm pek başarılı.

Ellerini, göğüslerinin üzerinde birleştirdi. Gözlerini bana çevirdiğinde ise "Bana İta'nın yerini söylemen gerek." Dedim. Bir hışımla ayağa kalktığında onunla iletişime geçmek için oturduğum sandalyede hafifçe ona doğru eğildiğimden dolayı, hızlıca geriye çekildim.

Işık arkasından vuruyorken, üstündeki turuncu gömleği ve keten sarı pantolonu fark ettim. Ancak renkleri anlamak kolay değildi. Ayrıca bu evi aydınlatan tek şeyin de bu lamba olduğunu anlamak kolay değildi.

Odanın içerisinde ilerledi. Birkaç adım attı. Tahtaların gıcırtısı, dışarıdan duyulacak kadar fazlaydı. Ayağa kalktım, peşinden ilerledim.

Arkası bana dönükken, "Vahşi sihirbaz.." Dedi. Durdum. İlerlemedim.

Konuşmasını bekledim. Beni tanıdığını artık anladığım için kendimi saklamanın bir anlamı yoktu.

Kafamdakini indirdim. Saçlarım derin bir nefes aldı. Biraz daha yanına ilerledim. Gülerek bana döndü.

Ardından, "Vahşi Sihirbaz ha?" Dedi. Gülmeye devam etti. Dalga geçtiği çok malumdu. Ancak kendisi çok gergin gibiydi ve gerginliğini atmak için dalgaya vurmaya çalışıyordu ama ben çok ciddiydim.

"Evet, vahşi sihirbaz benim. Olacağım." Dedim. Bana doğru dönerek, hemen önümde bitti. Dilini dişlerinden gülerek geçirerek, "Olacakmış.." benzeri şeyler söyledi. Ama o beni kolay yıkamazdı.

Yüzünü tekrar bana çevirdi. Bana yöneldi. İşaret parmağını kaldırıp sağ omzum ve sağ göğsümün arasında bir noktaya bastırarak,  "Sen sadece kendisini bir şey sanan, aptal şeffaf kalplerden birisisin." Dedi.

Her kelimesinde, işaret parmağını bastırıp çekiyordu.

Ben bu kadar kolay yılmazdım. Elinin altından çekilip, "Senden sadece İta'nın yerini söylemeni istiyorum! " Dedim, hiddetle. Artık çok fazla olmaya başlamıştı. Benim de sabrım bir noktaya kadardı.

Lambanın parlaklığı o kadar fazlaydı ki masadan uzaklaşmamıza rağmen, yüzünü seçebiliyordum. Genel olarak çocuksu bir yüzü vardı. Küçük ve ince dudaklarını oynatarak, "Herkes zaten bunu istiyor, ama herkes bir şeyleri atlıyor.." Dedi.

Ona, "Neyi atlıyoruz söyle artık!" Dedim, tekrardan hiddetle.

Bu sefer aynı şekilde o da hiddetle, "İta ile sadece sizi öldürmeden önce karşılaşabilirsiniz!" Dedi. Ağzımı, yerini bilip bilmediğini sormak için açmıştım ki gururumu kıracak lafları konuşması da geç olmamıştı.

Ne yani ölmeyi mi bekleyecektim? Gözlerimi gözlerinden ayırmadım.

Sözleri ağırdı. Devam etti. "Sen ve diğerleri, gözlerinizin önüne hayallerinizin serili olduğu bir at gözlüğü takmışsınız!" Dedi.

Tekrardan tam önümdeyken, "Çevreni görmüyorsun, İta'yı, onu yenebileceğini sanıyorsun!" Dedi. Gözlerim, kaşınmaya başlamıştı.

Yüzümün, saçlarımın tamamına göz gezdirdi ve  "Ama biliyor musun senin sandığın her şey yanlış. Sen yoksun! Sen bir şeffaf kalpsin, bir gün ölecek ve toplumda yok sayılansın!" Dedi.

Yutkunamadım. Konuşamadım. Konuşamadım. Sanki gerdanımdan başlayarak, ağzıma kadar ipler sarmışlardı.

Konuşmak zor olacak gibiydi.

Bu yüzden zorlamadım zaten. Gözlerim de dolmuştu. Yanımdan geçti. Arkamda birkaç adım atarak durdu.

Bana, "Hemen buradan uzaklaş. Sizin gibi daha fazla aptalla uğraşamam. Siz sadece ölmeyi bekliyorsunuz, bu kadarsınız!" Dedi.

Bana ve diğer şeffaf kalplerle büyük bir düşmanlığı var gibiydi. Ama benim tek amacım İta'nın yerini öğrenmekti.

Şimdi ise umudumun altının boş çıkışı ve duyduklarım beni ağlatan olmuştu.

Birkaç hışırtıdan sonra ise kapının çarpış sesini duydum.

Çıkmıştı. Şeffaf kalbim, ölmedi. Ama paramparça olmuş gibiydi. Ben de kırılabilirdim. Sonuçta şeffaf da olsa kalbim vardı.

Hem şeffaflar daha kolay kırılmaz mı?

Ya da çoğu şeyi içinden daha kolay geçirmez mi? Geçmedi. Sanki bende söyledikleri takıldı kaldı, kalbimde. Umutlarımda.

Bir damla düştü sol gözümden boynuma. Oradan ilerledi gerdanıma oradan da kalbime. Bir damla sanrıydı aslında o gözyaşı.

Sancıya yol açacak bir sanrı. Sanrılar, doğru sandıklarımız yanlış çıkanlar.

Şeffaf de olsan kalbini kıranlar. Çok da şeffaf olduğun için kıranlar..

Sanrıların sancıları, çok fazlaydı.

Sonuna kadar inandığınız bir umut sizi bıraktığında, bir daha kimseye güvenmeyeceğinizi düşünüyordunuz.

En azından ben öyle düşündüm. Çünkü umuduma, çok bağlıydım. Çünkü umuduma inandım..

Kalbimde bir sancı vardı. Sanrı; İta'yı bulma inancımdı. Bir sanrı, aldanış oldu.

Sanrıların sardığı, sancıların şeffaf kalplisi ben..

Çekip alınma ihtimaline karşılık; nefesleri bile bana rahat aldırmayan şeffaf kalbim, sancı çekiyordu, çektiriyordu.

🎩

Kan Kırmızısı (+21) (ASKIDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin