IV. BÖLÜM : KALP LAMBA

326 15 0
                                    


🎩

İta'yı arayışımın onuncu günüydü. Tahta evden ayrılışımın üzerinden, on gün geçmişti. Tahta evin sahibi ise beni orada bırakıp, gitmişti.

Aslında şimdi düşününce adamın neden evden çıktığını, şeffaf kalplere olan nefretini ve evinde benim gibi bir yabancı olmasına rağmen uzaklaşması garip gelmişti.

Ânın şokunu atlattıktan ve tahta evden dışarıya kendimi attıktan sonra yine Melon Siraya'nın yolunu tutmuştum. On gündür yaptığım gibi..

İta'yı arayanlardandım. Ama o beni bulamasın diye de dua ediyordum. Çünkü o beni bulursa ölecektim. Çünkü bu düşünce, mavi saçlarımın her bir telini elektriklendirecek ve bedenimi titretecek kadar korkunçtu.

Ölecek olan üç şeffaf kalpten biri olduğunu anlamına gelirdi. Bu yeterince açıktı. Ayrıca tahta evin sahibi de öyle söylemişti.

Yerde ki bir taşa ayağımla vurdum. Etrafta gerçekten tek bir insan yoktu
Şeffaf kalpler, nüfus içerisinde az bir orana sahipti. Her yıl yenileri keşfediliyordu.

Şu ana kadar her beş kişiden birinin şeffaf kalp olduğu düşünülüyordu.

Görünen o ki şeffaf kalpler kadar şeffaf kalbi olmayanlarda İta'dan korkuyordu. İnsanların normal zamandan farklı olarak evlerinden çıkmayışlarını buna bağlıyordum.

Melon Siraya'nın bulunduğu bölgeye gidiyordum. Yine, yeniden. Onu uzaktan izlerdim.

İta ve öldürülme faslını ne kadar korksam da rafa kaldırmak istiyordum. Çünkü ölürsem diye bir kez daha hayalimin mekanı; Melon Siraya'nın, parıltılı görüntüsünü izleyip ölmeyi istiyordum. Çünkü ölmezsem Vahşi Sihirbaz olmak istiyordum.

Güneş'in üzerini, bulutların kapatmış olduğu hava yüzünden gölge çökmüştü her yere.

Topuğu olmayan bir ayakkabı giymiştim. Ayakkabı, dizime kadar uzun bir çorap ile bağlı ve bileğime kadar sivri metallerin asılı olduğu türdendi.

Onu çok severek giydim. Çünkü tabanı yoktu. Çünkü sivri metalleri fazla güzeldi. Mutlulukla ayaklarımı birbirine değdirdim. Çıkan ses bile fazla güzeldi. Üzerime bakarsam ise bir deri mont vardı. Kısalmaya başlamıştı.

Çünkü ne kadardır dolabımda olduğunu bilmiyorum. Hala yeni sayılır. Çünkü derisi parlıyor ve üzerinde bir yırtık ya da sıkıntı yoktu. Bu yüzden giymekte de sıkıntı görmedim.

Deri bir pantolon giymiştim. Ama bacaklarımı fazla sıkmamıştı. Bacaklarımın kalınlaşması gerektiğini düşünüyordum. Çünkü fazla zayıflar. Ve çünkü güzel görünmediklerini düşünüyordum. Neyse.

Üzerimde ise deri montun altında gri ve kazak benzeri birşey vardı. Çanta takmayı sevmiyordum. Çünkü bence vahşi bir sihirbaz, çanta takmazdı. Çünkü ben özgün bir sihirbaz olacaktım. Sihirbaz olmaktan bahsetmek bu sene kolay değildi.

İta'yı bulamamış olmak ve onun beni bu sene ki kurbanları arasına koyma ihtimali beni üzüyordu.

Çok başarılı bir sihirbaz olma ihtimalim ise şeffaf kalbim yüzünden azalıyordu.

Belki de İtadan önce kalbimi alıp, öldürmem gerekiyordur. Sonuçta şuan bu işlere girişme sebebim de, vahşi bir sihirbaz olamama nedenim de şeffaf kalbimdi..

Gece mavisi saçlarım belimi geçiyordu. Koyu mavi ve çekik olan gözlerime ise bugün çok güzel ve koyu bir makyaj yapmıştım.

Kulaklarıma kadar kesik olan, belirli bir tutam saçlarım yüzümde, geri kalanlar kulağımın arkasında arkama atılmış durumdaydı.

Saçlarım bugün dümdüzdü. Yağmur yağmamalıydı. Çünkü saçlarım bozulurdu. Çünkü tekrar su dalgası gibi olmaya başlarlardı.

Etrafta hiç insan yoktu. Ne geçti ne de erkendi. Ama insanların olmama nedeni..İta.. Doğru ya benim de bu kadar rahat olmamam gerekiyordu.

Diğer şeffaf kalpler gibi kendimi evime kapatmam ve korku ile üç yüz on iki günün geçmesini beklemeliydim.

Ama sadece şeffaf kalpler değil, şeffaf kalpli olmayanlar da sokaklarda yoktu. Bir yasak ya da korku vardı sanki.

Bir tür ağacın altında, dalları kafasına değen biri oturuyordu. Bankta. Ayakları oturduğu bankta yere değmiyor, ellerini kucağındaki birşeyin etrafına sarmış ve sardığı şeye doğru eğili duruyordu.

Yanına yaklaşmaya başladım. Anlaşılan küçük bir çocuktu. Vücuduna bakınca sıska bir erkek çocuk gibi görünüyordu. Kafasında kapşonu olan, yanına yaklaştıkça laciverte benzettiğim bir sweat giymişti. En azından benim anladığım buydu.

Yanına yaklaşırken, temkinliydim. Sonuçta o bir çocuk bile olsa ben bir şeffaf kalptim. Şeffaf kalplerin ölmesi olası olduğu bir dönemde olduğumuzu da ele alırsak, herkese böyle yaklaşmam gerekirdi.

Yağmur bulutları dağılıyordu. Buna sevinmiştim. Çocuğun yanına vardığımda yavaşça kafamı eğip, ona bakmaya çalıştım. Elimi tereddütle omzuna koydum.

Ancak hemen sonrasında bana döndü. Korku ile ellerimi kendime çektim.

Çünkü ani hareketler güzel değildi. Çünkü insanlar, korkabilirlerdi. Benim gibi.

Gözlerim ellerinin sarılı olduğu, kucağında olan şeye kaydı. Gözlerimi ağrıtabilecek kadar parlak, beni kendisine çekebilecek kadardı. Çocuk ellerini çekti.

Ellerimi, hafifçe gözlerimin önüne koymak için kaldırdım. Parlaklık fazlaydı. Kapşonlu kafası eğik olan çocuk, elindeki şeyi elime tutuşturdu.

Ân o kadar garipti ki. Ancak sorgulamaktan çok, beni kendisine her saniye daha çok çeken şeye bakmak istiyordum. Daha fazla dayanamadım ve artık elimde olan şeye kafamı eğdim.

Kafamı lambaya eğdim ve onu inceledim. Bu bir lambaydı. Hem de kalp şeklinde bir lambayd.

Üzerinde rengi atmış altın rengi birkaç metal ile dolanmış, orta boylarda, genlemesine olmasından çok uzunluğu ile dikkat çekiyor ve hafif kırmızıya dönük olsa da orta kısmına doğru, beyaz bir ışık vardı. Beyaz ışık, son derece parlaktı.

Lambanın üzerine türlü nakışlar işlenmişti. Nakışlar, genelde orta kısımdaki beyaz parlaklığa doğru gidiyor ve lambanın taban kısmına doğru bitiyordu.

Ancak bunlar çok eskide kalmış gibiydi renklerin solukluğu bunu işaret ediyordu.

Kafamı geri kaldırıp bulunduğum noktaya baktığımda çocuğu göremedim. Henüz yüzünü bile görememiş olduğum çocuk ortadan kaybolmuştu.

Ve daha büyük bir sorun vardı.

Ben artık az önce üzerinde oturduğum bank ve bulunduğu alanda değildim.

Ben sadece elimdeki kalp şeklindeki lambanın aydınlattığı karın bölgem ve yüzüme yansıyan parlak lambanın ışığının haricinde, kapkaranlık bir yerdeydim.

🎩

Kan Kırmızısı (+21) (ASKIDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin