Bu sefer de saat 02.38.
Yine o çok hevesle aldığım mobilyaları olan yatak odasından yazıyorum.Merak ediyorum gerçek sevgi nasıl bir şey acaba, normal geçen bir günün ardından gecenin bu saatinde yine uykusuz bırakan şey, olmayan sevgi mi yoksa çözülemeyen bir boşluk mu hala bilmiyorum.
Şu an bu yaşımda fark ediyorum ki çocukluğumdan beri hep bir şeyler vermişim evrene küçük, büyük, basit akla gelebilecek her şekilde bir şeyler. Hayatımdan geçen her insan evladına sunmuşum özümden, karşılığında ise sadece bir şey istemişim; sevilmek...
Sevilmeyi anlayamamışken sevmeyi nasıl öğreniyoruz acaba ? Yoksa öğrendiğimizi zannettiğimiz şey bir yanılgıdan mı ibaret.
Her şey gibi "sevgi" keilmesi de fiile dökülünce özünde bizim nasıl algıladığımızla alakalı sanırım.
Peki biz insan evladı neyi nasıl algılamamız gerektiğini nasıl öğreniyoruz.---------
Umutsuzum yine, hiç çıkamadım ki bu derin kuyudan zaten.
Bazen soruyorum kendime hayatımın hangi yılını verebilirim diye.
Keşke öyle bir sistem olsa bu düzende. Yaradan bizi bu dünyaya gönderdiğinde hayatınızdan istemediğiniz zamanları bir kere bile olsa çıkarma hakkı tanısa ve yerine en mutlu olduğunuz zamanı verse güzel olmaz mıydı?Var sayalım öyle bir hakkım var benim; sanırım koca yaşantımda yaşadığım bu son 1 yılı iade ederdim, karşılığında almak istediğim çok güzel bir hayat dilimim olmasa da, bu en dibi; güneş ışığı gören iç dünyamda ki bir gecekonduya taşımam daha iyi olurdu sanırım.
Ah beni dipte boğan bu son 1 yıl..----------
Çocukluğumdan beri hep bir adım sonrasını düşünerek yaşadım sanırım, hep sonun bana ne getireceği korkusu vardı içimde.
Zannediyordum ki bu duygular ne yaptığımı anlamadan, aldığım büyük tepkilerin sonucuydu. Bazen iyi düşünerek bile hareket ederken "SEN !" diye başlayan günah keçisi olma alışkanlığından geliyordu.Hatırlıyorum... İlk okul sonları, mavi önlükten gri etek, beyaz gömlek, lacivert süveter kombinine geçişime az kalmıştı.
Mayısın ikinci pazar günüydü. Elimde biriktirdiğim bir kaç lira, ilk okulda zar zor edindiğim benden biraz uzun, simsiyah beline kadar kalın dalgalı saçlı, sol yanağının elmacık kemiğin de iki tane bir büyük bir küçük özenle çizilmiş gibi beni bulunan, Trakyalı olmasıyla sürekli övünüp çingeneyiz biz diye diye saçını at kuyruğu yapıp sağa sola savurup dolanan arkadaşımla, kafa kafaya verip Annemize sürpriz yapmalıyız derdine düşmüştük.
Çünkü anneler günüydü o gün ve sonra hiç unutamayacağım bir anneler günü olacaktı...Neden ilk okul sonuna doğru zar zor arkadaş edindiğime gelirsek " okuyanın arkadaşı olmaz" öğretisiyle başlamıştım ilk dersime. Okuyan kızın tek derdi dersleri olmalıydı arkadaşları olursa okula gitmiş olmuyordu.
Evdeki iç işleri bakanı direk; başarı, ders odaklı yetiştirmek istedi sanırım beni, o yüzden arkadaş edinmeye çok karşıydı diye düşünüyorum.
Hoş! arkadaş da edinsek belirli kişilerin dışına çıkamazdık.
Seçilecek arkadaşın Ailesi o küçük ilçenin yerlisi olmamalıydı, ya öğretmen ya asker çocuklarıydı arkadaşımız. Niye; çünkü aynı kültürden gelmiyorduk ve ben bunun saçmalığını çok sonra kavrayabildim.Yoğun yaşanan maruziyet, gecikmiş aydınlık doğurdu malesef zihnime.
İşte o yanağında muazzam benli arkadaşım bir asker çocuğuydu ve iç dünyamla dış dünyamın çatışmasının meyvesi olarak girmişti hayatıma.
Hiç uyum olmasa da özümüzde, vardı işte..Eğitim hayatımız da bir nevi bu konular yüzünden çöp oldu. Çünkü küçük şirin ilçemizin olabilecek en elit devlet okuluna kaydımız yapılmıştı. Herkes evine en yakın okula giderken biz mahallemizin çok uzağında genelde öğretmenleri asker eşleri olan, asker,memur çocuklarının okuduğu okula gidiyorduk. Tabiki ablam ve abim de dahildi bu duruma.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sonu olmayan bir boşluğun içinde, yaşadığımız yaradılışımıza uygun değil !
Narrativa generaleDipten sesleniyorum ! buralar hiç iç açıcı değil ve sanıldığının aksine dibi gören gün yüzüne çıkamıyor. İnanmayın o palavralara ! bataklık her zaman sizi içine çeker. beşikte huzurunuz olmadıysa eşikte de yüzünüz gülmez... boşluk asla doldurulamaz !