«Bölüm 18»

398 31 230
                                    

* * * * * *

Yeni bir gün, hiçliğe açılan yeni bir pencere...

Yorganın altında ayak parmaklarım oynadı. Ah, hayır, onlar da dışarı çıkmak istemiyor... Şanslıyım ki perdeler güneş ışığını biraz olsun kesiyor...

Acaba hangi gün? Zaman algımı tamamen kaybetmiş olmalıyım. Takvimce kasımdı... 

Kasım mı? Vay canına, cidden yedi ay mı oldu?

Yedi koca ay... Ve sanki hiçbir şey olmamış gibi, hiç zaman akmamış gibi... Gerçi, ironiktir, hiçbir şey olmadı ya...

Bunca zamandır onu sadece televizyondan seyredebiliyordum, onu ve onun tüm şehri kurtarışını... Her akşam haberlerin başlamasını tüm hayatım buna bağlıymışçasına bekliyordum. Haberler başlasın da onun o tatlı, alaycı sesini bir kere daha duyabileyim...

Bomboş odamın kapısı açıldı. "Aisha, kahvaltı vakti, canım."

Hemşire... Niye hepsinde aynı sahte gülümseyiş var?

"Gelmek istemiyorum."

"Ama yemeğin tadı çok güzel!"

"Bu sefer menüye ne koydunuz? Bayat ekmeğe sürülmüş küflü reçel mi?"

Hemşire bu sözlere bozuldu. Sesini daha can sıkıcı bir tonda, daha neşeli çıkardı. "Ah, canım, hayır. Sana çok lezzetli bir kahvaltı hazırladım! Hem de senin sevdiğin yeşil zeytin de var."

Yatakta hareketlendim ve sırtımı ona döndüm. "İstemiyorum. Aç değilim." Ne yalan! Umarım karnım guruldamaz...

"Bir ziyaretçin olduğunu söylesem, benimle gelir miydin?"

Ziyaretçi mi?

Annem? Hayır, gözlerindeki hayal kırıklığı altı ay öncesinden beni terk ettiğini kanıtlamıştı.

Peki ya... o? Belki... Belki o olabilir! Değil mi? Olamaz mı? Olabilir! Belki de benden özür dilemeye gelmiştir! Ah, evet, o alçak! Biricik sevgilim! Ah, ne özledim onu! Sıkı bir özür dilese iyi olur! Belki gelmiştir! Gelmiştir, gelmiştir!

"Kim?" diye sordum.

"Sürprizi bozmak istemiyorum. Gelmek ister misin?"

Tereddütte kalmıştım. Gitmeli miydim? Ama onu bekletemem, değil mi? Hayır, bekletemem, bekletemeyiz!

Yorganı hızla üzerimden attığımda hemşirenin yerinde sıçradığını gözümün kenarıyla fark ettim. Yataktan kalktığımda gözüm kararsa bile bunu umursamadım. Hemşirenin yanına gittim. "Gidelim."

"Önce bir şeyler yemek ister misin?"

"Onu göreyim, sonra..."

Hemşirenin yüzü asıldı ancak tek bir kelime etmedi. Koluma girdi ve beni koridor boyunca yürütmeye başladı.

Koridorlar, koridorlar, koridorlar... Bitmek bilmezler! Ama sonuncusu bitti... Garip!

Hastanenin belki de en temiz, en güzel yerine gelmiştim; ziyaretçilerin karşılandığı yerdeydim. Tatlı, huzur verici renklere sahip armut koltuklar falan yoktu ama yine de düzenli bir yerdi.

Hemşirenin beni götürdüğü masanın karşısında genç bir kız oturuyordu. Kızın saçları darmadağındı, buna rağmen çok hoş bir rengi vardı; koyudan sarıya altın rengi. Canlı bir sarı renginde, güneş ve ayçiçeği desenli bol bir tişört giyiyordu. Teni, onu son gördüğümden bu yana iyice bronzlaşmıştı. Yuvarlak gözlüklerinin ardındaki kahverengi gözleri ifadesizce beni takip ediyordu.

Başımın Belası // Peter Parker (DÜZENLENECEK)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin