IV • Huzurlu kollar

313 40 21
                                    

4|Fazla yaramaz bir çocuksun..

Benim olduğunu düşündüğüm bu odada çığlık atmamak için zor duruyordum. Bu adam haddini fazla aşıyordu.

"Hoseok, aç şu kapıyı."

Açmak istemiyordum. İmkanım olsa burdan hiç çıkmazdım.

"Git başımdan!"

Bana söylediği şeyden sonra koşarak merdivenleri çıkmış ve burayı bulmak için epey uğraşmıştım. Şimdi kapımı tekmelercesine çalıyor ve durmak bilmiyordu.

"Neden bu kadar ciddiye aldığını anlamıyorum!"

Hay amına koyayım! Zaten hemcinslerim her gün kendilerine sevgilim diye hitap edebileceğimi söylüyorlardı değil mi?

Delirecektim. Yemin ederim bu adam beni şimdiden delirtecekti. Buraya hiç gelmemeliydim.
Kendimi sakinleştirmeye çalıştım. İlk günden bunlar yaşanıyorsa ilerleyen günlerde ne olur tahmin bile edemiyordum.

Arsızdı işte. Kim Namjoon arsız bir adamdı.

"Hoseok, aç dedim şu kapıyı!"

"Açmıyorum. Sıkıyorsa aç!"

"İyi, bunu sen istedin."

Hayatımda ilk defa söylediğim birşey için bu kadar pişmandım.

Kim Namjoon, kapıyı kolayca açtı. Nasıl bilmiyorum ama açtı. Bir anlığına herşeyi unutup madem açabiliyordu neden açmamı bekledi diye düşündüm.

Karşımdaydı. Sulu gözlerle ona baktım. İçeriye bir adım attığında aynı adımı onun aksine geriye doğru attım.

"Hoseok.." dedi.

Garip bir şekilde sesinde hüzün vardı.

"Hyung, benden yaşça büyüksün. Bana yardım etmeyi teklif ediyorsun. Evine alıyorsun, beni öpüyorsun ve sana sevgilim diye hitap edebileceğimi söylüyorsun. Bunlar senin için bir hiç olabilir ama benim için çok fazla."

Bana doğru yaklaştı, bedenimi kolları arasına aldı ve saçlarımı okşadı. Bir süre tepki veremesemde ellerimi yavaşça kaldırdım ve beline doladım. Ağlamamak için zor duruyordum. Ağlamayacaktım.

"Özür dilerim Hoseok. Şaka yapıyor olsam bile düşünmeliydim."

Birşey söylemedim. Söyleyemedim. Dilim varmadı. Çünkü ben olayı tamamen unutmuş, bu kollara bırakmıştım kendimi.
Saçlarım. Saçlarımı biri okşuyordu. Hiç hissetmediğim kadar huzurlu hissetmiştim. Tüm öfkem anında yok olmuştu.
Daha önce hiç görmediğim bir şevkatle sarılıyordu.

"Hadi aşağı inelim. Hamburgerler soğuyacak."

Onu ikiletmedim. Koluma girdi ve birlikte aşağı indik.

Mutfaktaki saf mermer masaya oturduğumuzda önümdeki tabağı işaret etti.

"Afiyet olsun." dedi.

Başımı hafifçe önüme eğdim. Hala çok utanıyordum. En doğal hakkımdı.

O hamburgerinden ikinci ısırığı aldığında, ben henüz hamburgerime dokunmamıştım. İçeceğini içip sertçe yutkunduktan sonra konuştu.

"Yesene."

Tabağı iki elimle ona doğru sürükledim.

"Yemeyeceğim."

"Fazla yaramaz bir çocuksun."

"O zaman bırak gideyim."

"Seni buraya zorla getirmedim."

"Ama burada zorla tutacaksın."

Hafifçe güldü.

"Aynı zamanda çokta akıllısın."

İtiraf etmeliyim. Korkuyordum. Belli etmesemde ödüm kopuyordu amına koyayım. Henüz ismini bile yeni öğrendiğim bu adam çok garip biriydi.

"Şimdi ye yemeğini."

"İstemiyorum. İştahım kaçtı. Sana afiyet olsun."

Birşey demesini bekledim. Ama tek kelime etmedi. Masadan kalkıp odama gittim. Beynim patlayacaktı. Sanki kabus görüyordum. Ama maalesef öyle değildi. Çocukları şimdiden çok özlemiştim. Telefonum bir kaç hafta önce kırılmasaydı belki şu an onlarla konuşup kafamı birazda olsun dağıtabilirdim.

...

Neredeyse gece yarısı olmuştu. Kendimi odama kapadığımdan beri sadece bir kere gelmişti yanıma. Uyuyacağını ve dolapta benim için pijama takımları olduğunu söyleyip gitmişti.

Pijama giymek için dolabı açtığımda bir sürü kıyafetle karşılaştım. Ve sanırım hepsi bedenime uygundu. Bir boklar vardı ama sorgulayamayacak kadar açtım. Pijamayı giydim ve yatağıma uzandım.

Odadaki duvarda asılı olan saat biri gösterdiğinde ben gerçekten açlıktan ölmek üzereydim. Daha fazla dayanamadım. Parmak uçlarımda yürüdüm ve sessizce merdivenlerden aşağı inip mutfağa yöneldim. Dolabı açtığımda ağzına kadar doluydu. Şu an ne yemek istediğim pek önemli değildi. Sadece birşeyler yemem gerekiyordu.

Hemen en uçta tabakta duran sandviçlere baktım. Streç filme sarılmışlardı. Tabağı aldım ve tezgahın üstüne koydum. Sonra açmaya başladım. Ben bununla uğraşırken sağımda ve solunda tezgahı tutmuş elleri gördüm.

Lanet olsun bu adamdan kaçış yoktu. Yavaşca arkamı döndüm. Tamam tezgah ile onun arasında sıkışıp kalmıştım.

İkimizde sessizdik. Bana doğru yaklaştı. Sikeyim öpecekti! Gözlerimi kapattım ve bir süre öyle bekledim. Ben bekledim ama beklediğim şey olmadı. Gözümü açtım. Sol omuzumun üstünden arkaya uzanmış ve bir bardak almıştı.

Gülüyordu. Belli etmemeye çalışıyordu ama beceremiyordu. Ellerini tezgahtan çekti ve beni hafifçe kenarı itti.

"Çekilsene su içeceğim."

Şaşırmışçasına onu izliyordum.

"Sandviç mi yiyiyordun?"

"İzin verseydin yiyecektim."

Bu sefer görmemi istermişçesine güldü. Bardağı bıraktı ve sandviçleri açtı.

"Devam edebilirsin." dedi.

Yanımdan geçip giderken saçlarımı karıştırdı. Tam çıkacakken onu durdurdum.

"Hyung, su?"

"Odamda var." dedi ve görüş alanımdan çıktı.

Deli miydi bu? Sinirlerim bozulmuştu.

Eski yerimi almıştım. Sandviçleri yemiş ve tabağı yıkayıp kuruladıktan yerine koymuştum. Arkamı döndüğümde buzdolabının üstünde bir not gördüm. İlk geldiğimde aceleyle kapağı açtığım için farketmemiştim sanırım.

Not kağıdını elime aldım.

"Gece buraya geleceğini biliyorum. Dolaptaki sandviçleri senin için hazırladım. Hepsini yiyebilirsin. Afiyet olsun:)"

orphanage | namseokHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin