tears

246 24 50
                                    

Birkaç ay sonra...

Siyah saçlı oğlan sigarasından derin bir nefes çekip ağzını hafifçe aralayıp bütün dumanı dışarıya üfledi. İçindeki bütün üzgünlüğü, bıkkınlığının bu dumanlar ile gitmesini dilerdi. Oğlanın  anıları depreşti zihninde

California'da hoş sabah meltemine eşlik eden hoş bir sohbetle yürüyorlardı Kyle ve Stan. Bir çok mağaza yeni yeni açılıyordu. Yeni kepenkleri kaldırılmış botanikçilerden güzel kokular geliyordu.

Önünden geçiyor oldukları botanikçiye bir göz gezdirdi Stan. Vitrindeki muhteşem güzellikteki çiçekler cezbetmişti onu.

Sevgilisini de ardından çekiştirerek botanikçiye girdiler. Kyle güzel kokuyu ciğerlerine çekerken Stan çiçeklere bakıyordu.

Hepsi çok güzeldi aslında fakat saksının içerisindeki çalıyı andıran yaprakların aralarındaki beyaz çiçekler çok ilgisini çekmişti siyah saçlı oğlanın.

—Bu çiçeğin adı nedir?

Diye sordu orada çalışan kadına. Orta yaşlardaki kadın çiçeğe yaklaştı:

—Bu bir Kamelya çiçeği. Eğer koklarsanız kokusu olmadığını fark edersiniz. Hatta bu yüzdendir, insanlar bu çiçeği en sevdikleri kişilere alırlar ki güzel kokularıyla tamamlansın.

Stan etkilenmiş şekilde dinledi kadını. Arkasına baktı ve Kyle da onu izliyordu. Birbirlerine gülümsediler.

—O zaman bunu almak istiyorum, dedi Stan.

Satın alma işlemlerini hallettikten sonra mağazadan çıktılar. Stan çiçeği sevgilisinin ellerine tutuşturdu. Kyle utanmışlıkla

—Senin kokunu daha çok hak ediyor Stanley, diyerek oğlanın ellerine tutuşturmaya çalıştı.

—Leş gibi sigara kokuyorum Kyle, diyerek karşılık verdi Stan.

Kızıl oğlan hafifçe kıkırdadı, serin havayla karışık deniz kokusuyla ve bolca teşekkürle yürümeye devam ettiler

Eskinden küçük olduğunu düşündüğü odası kocaman geliyordu artık ve o da bu kocaman odanın tek köşesine oturup ağlıyordu. Belki de bu kadar aciz olmamalıydı, hayat devam ediyordu ve henüz 19 yaşındaydı.

Hayır, bu acizlik değildi Stan'e göre. Kendinden daha çok önemsediği bir insanı bir saniye olsun aklından çıkaramamak acizlik değildi.

—Tanrım, neden onu benden almak zorundaydın?

Dedi hıçkırıklarının ardından. Sigarasının bittiğini fark edip birasının yanındaki kutudan bir tane daha alıp yaktı. Bir kutuyu bitirecekti neredeyse!

—Onu benden ölene kadar geri vermemek üzere aldın ve ondan sadece bunu bırakmayı uygun gördün!..

Dedi bileğindeki bileklik ile oynarken. Sevgilisiyle olan sonsuz ayrılıkta ondan geriye sadece bu kolye kalmıştı ayrıca bu ayrılıkla kendinden bir parçası onunla gitmişti. Basit bir bileklik gibi görünse de değildi aslında

Colorado'da pek de soğuk olmayan o bahar günlerdinden biriydi. Bu şehirde yaşayan birçok kişinin en sevdiği hava olabilirdi.

Gün batımına yakın bir zamanda kızıl oğlan ve siyah saçlı oğlan nadir gelen bahar seminerindelerdi. Hatırı sayılır bir kalabalık vardı. Herkes hoşuna giden şeyleri almak için ya pazarlık yapıyor ya direkt alıyor ya da almadan geçiyorlardı.

Rastgele bir standın önünde durmuş bakınırlarken Kyle'ın dikkatini bir bileklik çekti. Kırmızı ve beyaz ipliklerle yapılmış bir marteniçka bilekliğiydi bu. 

Nobody Knows Like MeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin