"Kanadı kırık kuş.."

113 12 60
                                    

    Hayat ne kadar acımasız değil mi? Önce her şey çok güzel gidiyor. Yaşamayı size sevdiriyor, sonra karşınıza birini çıkarıp sizi ona aşık ediyor. Onu çok seviyorsunuz. Hem de çok... Leyla'nın Mecnun'u, Şirin'in Ferhat'ı, Aslı'nın Kerem'i sevdiği kadar seviyorsunuz onu. Hatta belki de daha fazla. Eee tabi sevgi güvensiz olmaz, onu sevdiğiniz kadar ona güveniyorsunuz. İsterse dünya karşımda dursun ama o  yanımda olup bana inansın yeter diyorsunuz. O kişi sizi bulutların en tepesine çıkarıyor.

Şimdi soracaksınız nerde hayatın acımasızlığı? İşte tam da burada. Siz onu bu kadar çok sever ve güvenirken vuruyor hayat darbeyi. Bir bakıyorsunuz sevdiğiniz tarafından bulutların en tepesinden yerin yedi kat dibine çakılmışsınız. Canınız çok yanıyor hem de bugüne kadar hiç yanmadığı gibi, ama ne fayda canınızın yanması onu geri getirmiyor. Bunun sonucunda anlıyorsunuz ki uğruna Leyla olduğunuz Mecnun çölleri aşmak bir yana sizin için kılını bile kıpırdatmıyor. Anlıyorsunuz ki Ferhat Şirin'i için dağları delmeyi bırak üstünden geçerek gelmeyi bile tenezzül etmiyor. Anlıyorsunuz ki Kerem aslında Aslı'yı hiç sevmiyor. Bir zamanlar o kadar çok sevdiğiniz hayattan nefret edip her gün ölümünüzü diler hale geliyorsunuz.

Takside bunları düşünerek ilerliyordum. Hayat gerçekten çok acımasızdı. Bana da darbesini en beklemediğim anda indirmişti. Ben onunla evlenmek isterken o...

Başka bir şeyler düşünebilmek umuduyla başımı taksinin camına yaslayıp dışarıyı izlemeye başladım. Olmuyordu. Bu sokaklara baktıkça onun için ülkeme gelmeyip orada harcadığım değerli vaktim geliyordu aklıma. Bir zamanlar en güzel şimdi ise canımı en fazla yakan anılarımın olduğu vakitler...

Ağlamamak için dışarı bakmıştım oysaki gözyaşlarım akmaya başlamıştı bile. Ağlamak istiyordum ama böyle değil. Bağıra bağıra, hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorum. Ama şu an olmaz. Eve varmama çok az kaldı ve ailemin beni bu halde görmesini kesinlikle istemiyorum.

Telefonumu ağır ağır montumun cebinden çıkarıp en yakın arkadaşım Hilal'in evinin konumunu şoföre gösterip oraya gitmek istediğimi söyledim. Taksi U dönüşü yaptığı sırada yanımdaki koltukta bulunan valizimin ön cebinden çıkarttığım kulaklığımı kulağıma takarak şarkı dinlemeye başladım ve yol boyunca aynı şarkıyı onlarca kez dinledim...

Taksi Hilal'in evinin önünde durduğumda hâlâ şarkı dinliyordum. Eve on saniye gibi bir süre baktıktan sonra şoföre parasını uzatıp arabadan indim ve yan koltuktaki valizimi çekip çıkarttım. Taksi gittikten sonra tekrar eve baktım. Tüm ışıklar kapalıydı. Yani Hilal uyuyordu. Hissettiğim mutsuzluğa rağmen gülümsemeye çalıştım. Çünkü Hilal'in sağanak soru yağmurundan şu an içinde olsa kurtulmuştum.
Emin adımlarla eve doğru ilerledim. Bahçeyi geçip kapının önünde ki paspasa doğru eğildim ve evin yedek anahtarını aramaya başladım. Tam da tahmin ettiğim gibi. Bu kız hiç değişmiyor.
 
  Anahtarı deliğine sokarak kapıyı sessizce açtım. Umarım beni hırsız sanıp, kafama vurmaz diye dua edip içeri girdim. Lisedeyken doğum günü sürprizi için gizlice eve girmiştik. Ve Hilal'de bizi hırsız zannedip o kadar kişin içinde benim kafama vurmuştu. Hastanelik olmuştum. Bu olayı hatırlayınca elim refleks olarak kafamın arkasına Hilal'in vurduğu yere gitti. Sanki dün gibi hâlâ aklımdaydı. O vuruş canımı çok yakmıştı ama şu an ki acımla kıyaslanmayacak kadar iyidi.
  Kapının önünde çok oyalandığımı farkedip, içeri girdim. Aksi taktirde Hilal'in komşuları beni hırsız sanıp Polise haber vereceklerdi. Valizimi de içeriye alıp kapıyı arkamdan yavaşca kapatıp salona doğru ilerledim. Bu akşam orada uyuyacağım. Valizimi bir köşeye atarak televizyonun karşısındaki kanepeye attım kendimi. Kanepeye uzanıp tavanı izleyerek başıma gelenleri düşünüp, uykuya daldım.

 Gözlerimi açtığımda Hilal kanepenin önünde dizlerinin üstüne çökmüş bir şekilde kolumu tutmuş beni dürterek ''Buse, hadi uyan tatlım.''diyor, beni uyandırmaya çalışıyordu. Gözlerimi açtığımı gördüğünde tuttuğu takım maçın doksanınca dakikasında bir gol atarak şampiyon olmuş gibi sırıtmaya başladı, sanki iyi bir halt etmiş gibi. Ne güzel uyuyordum.

  Hilal benim en yakın arkadaşım, dostum, destekçim hatta bunlardan öte kardeşimdi. Başıma gelen her şeyi biliyordu. Zor zamanlarımda yanımda olan nadir insanlardan biriydi. O yüzden şimdi bunları söyleyerek onu üzmeyecektim.

 ''Keşke geldiğini haber verseydin ona göre bir program yapardım.'' dedi ve ben kanepede doğrulduğum sırada sırıtmayı kesip ayağa kalkarak saatine bakmaya başladı.

  ''Bir yere mi gitmen gerekiyor?'' diye sordum gözlerimi ovarak. Hala uykum geliyor. Eğer tek başıma kalırsam uyuyacağım.

  ''Evet, setten çağırıyorlar. Figüran lazımmış. Gitmem gerekiyor ama senide burada bırakamam ki...''

   ''Neden beni tek başıma bırakamazmışsın? İntihar edeceğimi düşünüyorsan söyleyeyim daha o kadar delirmedim! Bu arada ne seti? Sen mühendis değil miydin?'' Çok mantıklı konuşuyordum ama o beni duymamış gibi bana SENİ KÜÇÜK APTAL KIZ! HİÇ BİR ŞEY BİLMİYORSUN dercesine bakıyor, zaten bozuk olan sinirlerimi daha da bozuyordu.

  ''Hayır, birazdan kuzenim Ahmet gelecek o yüzden seni yalnız bırakamam. Ha birde kendi rızamla mühendis olmadığımı biliyorsun.'' Ne Ahmet mi? Bu ismi duyar duymaz kanepeden fırlarcasına ayağa kalktım ve Hilal'e bakarak:

  ''Nereye gidiyoruz?'' diye sordum hayattan bıkmış bir sesle,

  ''Sahile.'' Tekrar saatine baktıktan sonra bana dönerek ''Üzerine spor bir şeyler giyersen iyi olur. Yani arada spor yapıyormuşuz gibi görünmek için...İnandırıcı olsun diye falan...'' Neden bu kadar uzatmıştı ki? Bikiniyle gidecek halim yok ya.

  Başımı 'Evet' anlamında sallayıp salonun karşı köşesinden valizimi alarak salondan çıkıp misafir odasına gittim. Valizimi yatağın üzerine bırakarak banyoya girip aynaya baktım. Dudaklarım çatlamış, gözlerim şişmişti. Ruh gibi bembeyazdım. Uzun kahverengi saçlarım karman çorman olmuştu. Tam anlamıyla berbat görünüyordum. Hilal'in bana makinalı tüfek gibi soru sormamasının nedeni şimdi anlaşılıyordu. Dokunsan ağlayacak gibi görünüyordum.

Yüzümü yıkayarak banyodan çıkıp yatağın üzerindeki valizimi açarak içinden siyah bir eşofman altı, beyaz bir crop ve siyah bir kapşonlu hırka çıkarıp üzerime geçirdim. Dağınık saçlarımı ellerimle düzeltip odadan çıktım. Hilal kapının önünde hazır bir şekilde bekliyordu. Beni görünce dudaklarını birbirine bastırıp başını onaylamaz bir biçimde sağa sola sallamaya başladı. Umursamadan ilerlemeye devam ettim.

   ''Bebeğim, bir makyaj yapsaydın keşke.'' dedi yanına vardığımda. Hayatım kaymış ve benim başka işim gücüm yok makyaj yapacağım. Yok daha neler! Elimi kapının koluna koyup kolu indirdim ve dışarı çıktım. Hilal'de söylene söylene kapıyı kapattıktan sonra peşimden geldi. Sahile gelene kadar hiç konuşmadık nerdeyse. Sahile, çekimin yapıldığı yere geldiğimizde Hilal bana eliyle bir bankı göstererek ''Sen otur, ben biriyle konuşup geleceğim.'' diyerek yanımdan ayrıldı. Hilal'in gösterdiği banka doğru ilerledim ama canım oturmak istemedi. O yüzden bankı es geçerek deniz kenarına gittim. Denizin hemen otuz santim kadar önünde  beton zemin üzerinde durdum. Normalde çok korkarım denizden. Ama şuan umrumda bile değil. Bu zamana kadar hep korktum ama korkum buraya kadar. Bundan sonra hiç bir şeyden korkmayacaktım. Ne de olsa korkunun ecele hiç bir faydası yok değil mi?

 Kapşonumu kafama takarak ufka doğru bakmaya başladım. Çok güzeldi. Ucu bucağı görünmüyor bir çizgi halini alıyordu. Tıpkı bir zamanlar birine olan sevgim gibi...

 Hilal'in gelip gelmediğine bakmak için başımı arkaya çevirdiğim sırada sırtımda bir şey hissettim. Bir el..Beni iten bir el...

''Bir daha görüşmemek üzere.'' diyen bir sen. Sonra bir ürperme. Daha ne olduğunu anlayamadan kendimi İstanbul'un soğuk sularında çırpınırken buldum. Su çok soğuktu ve giydiğim pamuklu hırka ve eşofman altı beni dibe çekiyor kurtulmamı zorlaştırıyordu. Nefes alamıyordum.




Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: May 31, 2023 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

KÂBUSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin