everytime i look in your eyes
bang gang
(bare, wildes)Alacakaranlığım. Melankoliyi ağzıma alıp çiğnerken kendime yakıştırabildiğim bir sıfat bu işte. Gölgesinde huzur bulduğumu sandığım bir hayatı yaşıyorum kuyruğunda tüyleri fısıldar yalan-yalan-yalan böyle bir virüs bir ihanet sanki benliğime. Sanarsın ki yarım saat uyuduğum günlerden birinin en yoğun saatinde girmemin aslında yasak olduğu bir kütüphanede okurken neredeyse uyuyakaldığım bir kitabın parmağımın takılı kaldığı cümlesinden ibaretim. Derin olduğumu umarım sadece, oysa çok rastgele, çok kayık, çok ben, şair tek bir kelimesiyle noktayı bırakıvermiş o cümlesine. Cinnet. Bugünlerde tek kelimeliğim.
Anlaşma yaptığımız şirketin güzel bir semtte ayarladığı iki katlı ofisindeki bir sandalyede ellerim uyluklarımın altında ısınıyor, bacaklarımı sallayarak oturuyorum, saçlarım gözlerime kadar düşmüş önüm gölgeli. Çocuklar içerde, çocuklar oturup konuşabilecek kadar ayakta ve sağlam, dinç olabilmek komik bir masalı hatırlatıyor bana bir süredir. Hemen öncesinde on beşi saati görmüş uykum dün gece otuz dakikayı dolduramıyor, bu yoksunluk batmış bir ülkeyi sırtlanmaktan beter bir yorgunluk işliyor içime, bir duvarı izliyorum. Ellerimi uyluklarımın altından çekip kalbimi yoklamak sonra göğsümün ortasını ovmak istiyorum, üşeniyorum, üzüntüm orada artık bir kara delik, ne varsa çekiyor çekiyor çekiyor çekiyor. Mutlu olmak nasıl bir his bilmiyorum; karşıma geçip, bacak bacak üstüne atıp yumuşak bir gülümseme ile sorsan bana ee nasıl bir his bu mutluluk Beomgyu diye dudak etlerim tanır acıyı da konuşamam yüzüm mermerden hallice, insanlığımı yitirdiğim andayım hatırlamıyorum derim çok üzgünüm nasıl bir his hatırlamıyorum. Ceonim gelip gruba farklı birini eklemeyi, teklif ederek bile değil, çok gerekli bir durummuş gibi söylediği an kendimi kaybediyorum, bu da benim supernovam, kozmiksel cinnetim. Tüm yüzüm sırılsıklam ve akmış sümükler dudak üstümde çirkin bir takımyıldızı oluşturana kadar duramıyorum sonra ofis dışındayım ve şimdi düşüncesinin bile kemiklerimi kemirdiği bir ihtimal kapılar ardındaki ofiste gerçeğe dönüşüyor. Tartışılma derecesi yok. Ellerimi uyluklarımın altından hızlıca çekip telefonumu cebimden çıkarıyorum, face id yüzümü algılayamıyor ağlamaktan öyle şişmişim ki kendimi aynada görsem uzun uzun inceler bir sike benzetemem, en sonunda derin bir nefes alarak şifremi giriyor mesajlar kısmında hemen KANG TAEHYUN'u buluyor ve yeonjun yazıyorum, başkası olursa yemin ederim ki ben yokum. Daha fazla detaya gerek duymuyorum. O anlıyor.
Taehyun yüzüme bakabileceğine inandığı zamanların birinde sağ eliyle narince gözüme düşen saçımın tutamını kulağımın arkasına iterken, "Burada, tam şu anda donabileceksem eğer kaç savaş çıkarır kaçında kaybetmeyi göze alırım biliyor musun?" diyor ve arkasına sakladığı sahte bir mavi gülü çıkarıp kulağımın üstüne sabitliyor. Çevikliğine eriyorum. "Plastik bu." Nazlanıyorum ama umurumda değil, o da biliyor ben de. "Aşkımız olmasın." Gülüyorum. Küçük şakalarına saç kopara kopara yıkılacağımdan bihaber olduğum tatlı esintisi derimizi seven başka bir öğlende gençleşiyorum, onunlayken ve o benimken hiç yaşlanmıyorum zaman tersine akar kulaklarımızın arkasına saklanır bulamazsın. "Olmaz." diye fısıldıyorum gözlerinin içine değen her ışık beni aydınlatıyor. "Söz mü?" Başımı sallıyorum. "Söz," diyorum. "Sen yeter ki beni anla, söz, olmaz." İstediğim sözlerin fazlalığı boynuma dolanıyor. Sonra öpüyorum onu alt dudağını çiğnemeyi seviyorum canını acıtıyorum çünkü istiyorum ki başkasıyla ne zaman acımasa beni arasın ne zaman acısa bir beni hatırlasın. Dudağındaki imzam.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ikarus düştüğünde // taegyu
Fanfictionher gecemde gündüzümde hiç gözümde uyku yokken saatlerce düşündüm doğru zaman doğru insan yanlış karar yok işin özünde sen beni istemedin