Herkese merhabalar yeni kurgumla karşınızdayım. Umarım beğenirsiniz keyifli okumalar.
Bu kitapta geçen olay kurum ve kuruluşlar sadece hayal ürünüdür gerçeklikle bir alakası yoktur.
♡
Yüksek dağın şehre inen eteklerinde martılar döner. Çığlık çığlığa, döne döne, etekten denize, denizden eteğe gidip gelirler. Yükseklerinde kartallar mağara ağızlarını tutar. İn cin yokun içinde, baharda kayaları yararak patlayan, bizim ancak tahayyül edebildiğimiz çiçeklere serilirler.
Biz çiçeği, biz in cini, biz efsaneyi onlardan çalar, bu aşağılara taşırız. Köy içinde kalan derelerde yusufçuklar döner, evden sabah kaçmış, akşam ezanıyla dönecek kısa pantolonlu, bataklı çocukların yakaladıkları. Yusufçuğun döndüğü yerin altında, soğuk suyun içinde, köylünün ğorna dediği yerde alabalıklar yüzer, kırmızı pulları berrak suda kendini bazen ele veren.
Gökte sarı gözlü atmacalar süzülür, abyaklarını yükseklere kuran yaşlı, kuru ağızların meraklı gözlerinin hevesle izlediği. Yaşlı ve sigaradan dumanlı ağızlar onları şayet yakalarsa değeneğin ucuna hapsedek ve bir çember parçasına sıkacakları yumurtayla besleyecekler.
Bir helezon gibi uzanan boşluklara ağaç yapraklarını saçma gibi delen şiddetli yağmurlar düşer. Topraklar yer değiştirir böyle gecelerde ve korkunç gecenin içinde tuhaf ve soğuk dumanlar yükselir. Beton yolların üzerinden toprak akar. Yaşlılar suskunlaşır, çocuklar ağlar, anneler telaşlanır. Pembe yanaklı babannelerin hikâye anlattığı karlı geceler olur, iyiyle kötünün çarpıştığı, içine cinlerin, perilerin, meleklerin doluştuğu. Küçük kafalar sobanın etrafına sıralanır, babannenin tatlı sesine annenin gıcırdattığı kapı sesi karışır. Küçük kafaların gözleri, annenin taşıdığı yemeklerle parıldar. Hotopo vardır, ağacın dalında elma toplayan ve ağacın dibinde onu kandırmaya çalışan yaşlı bir cadı. Köyde kamyon kasalarına takılır çocuklar, köyden köye gezerler, havanın ilk karartılarını gözlerinde, ilk iri yağmur tanelerini enselerinde hissedene dek.
Bazan bu iri taneler ve karanlık onları bir eriğin dalında yakalar, eriğin bedeninden yere inerken hafif bir korku belirir yüreklerinde. Cevizin yeşiliyle kızarır el içleri, incirler dudak kenarlarını yakar, kirazın kırmızısı patlar dişlerinde, eriğin ekşisi buruşturur yüzlerini. Babanın sinirli gününe rastlarsa bu geç gelmeler, bir güzel dayak yerler, telaşlı anlarda umursamaz babalar.
Ardından yağmur yağmaya başlamıştı.
Yine yer gök gri yağmurlu bir sabah. Melankoli yüklü yağmur bulutlarını misafir etmiş bir İstanbul sabahı yine. Dünden beri lodosuyla esip yağdırdığı yetmezmiş, hala damlalarını serpip duruyor yeryüzüne.En sevdiğim sonbaharlardan birine uyanmıştım bu sabah. Bahar öncesi son çırpınışları kışın artık. Yine de kışın sertliği yoktu sabah rüzgârında. Tatlı bir esinti vardı ve yüzüme küçük küçük vuran damlaların serinliğinde kuş gibi hafiftim sabah yürüyüşümde.
Denizin gökle birleştiği ufuk çizgisi de yoktu karşımdaki manzarada. Griliğin ortasında hayal meyal adaların silueti seçiliyordu. Grinin her tonunu yakaladım bir ara. Bulutlar beyaza yakındı, deniz ise daha koyuydu, ara ara gri mavi esintileri vardı. Sadece çimenlerin yeşilliği vardı bu tekdüze renk paletinde ayrılan.
Ellerim cebimde başımın içinde binbir düşünceyle yürümeyi seviyorum böyle zamanlarda. Islak toprak kokusu içimi bayıyor, baharı müjdeleyen çiçeklerden gözümü alamıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Katil Kim
Teen Fiction"Ölüler katillerini öldüremezler." Yaşamınızdaki iyilik ve kötülük. Çevreniz hakkında sizi zorlamak istiyorum. Ne kadar kötüsünüzdür sizce. Ya da kötülük nedir? Kardeşini neden öldürdün Hazan? Sen bir kardeş katilisin. "Hayır hayır b-ben öldürmedim...