Saat epey geç olmuştu. Uyumaya da korkuyorlardı. Çünkü ormanda hem yalnızlar hem de son gelişen olaydan sonra titriyorlardı. Bir takımdan da iyiydi bu, hep olumsuz yönlere bakmazsak tetikte oluyorlardı. En azından vahşi hayvanlara, başlarına gelebilecek kötü belalara karşı endişe onları tetikte tutuyordu. Birisi gözlerini dinlendirirken diğeri etrafı gözetliyordu. Ve en yakın zamanda birilerinin onları bulmasını ümit ediyorlardı. Artık bu sırra ortaklardı.
Kampta Rüzgar iyice endişeye kapılmıştı. Ve biraz daha gelmezlerse kamp görevlisine haber vermeyi ve bu kampı ayağa kaldırmayı planlıyordu. Saat, dakika, saniye sanıyordu. Ayrıca tehlikeli bir ormandı. Kötü düşünmemek istiyordu. Fakat elinde değildi. Vakit dolmuştu. O ağaca astıkları kocaman zili bir kıyamet habercisi gibi çalıyordu. Çünkü gerçekten onları bulmak istiyordu. Eğer bulamazsa kıyameti koparacaktı. Annesi genç kızı Rüzgar 'a emanet etmişti. En önemlisi geleceği, sevdiği kızdı ne çok şey yaşamışlardı. Herkes çadırından çıktı. Rüzgar tüm olanları bildirdi. Bütün sınıf arkadaşları telaşa kapıldı. Kaçırıldı deseler Defne ve Hazal okulun ve yaşadıkları çevrenin en iyi kızlarıydı hem güzellik hem huy olarak kimse onlara düşman olamazdı.
Hiç kimse daha kampın ilk gecesinde kaybolmalarına inanamıyordu. Herkes birbirinden haberdar olmak için telsizlerini yanına aldı. Telefon orada çekmezdi çünkü. Maalesef Hazal da Defne de telsizlerini almamışlardı. Bu yüzden onları bulmak daha da zorlaşmıştı. Herkes el fenerini aldı ve yedek bir el feneri daha aldı. Rüzgar onların hangi yöne gittiğini biliyordu. Herkesi o tarafa doğru götürdü. Onları ararken herkes isimlerini bağırarak kendilerini duymasını ümit ediyordu. Bir mağaranın yanına yaklaştılar. Yaklaştıklarında önce girmeye tereddüt ettiler. Vahşi bir hayvan çıkabilirdi ne de olsa. Ama tehlikeye girip Rüzgar ve 5 arkadaşı içeriye girmeye karar verdiler. Ellerindeki tüm fırsatları değerlendirmek, buldukları her yere bakmak zorundalardı çünkü. Mağaraya girdiler. Aralarında burası çok büyük, çok korkunç, çok karanlık gibi konuşmalarda geçiyordu. Gerçekten bu mağara çok korkutucuydu. Belli bir süre daha yürüdüler. Ve en sonunda karşılarına bir çukur çıktı. Ucu bucağı olmayan bir çukur. Rüzgar'ın başından kaynar sular dökülmüştü o an. Defne ve Hazal'ın oraya düşmüş olabileceklerini düşündü.
Direk yanındakilere dönerek :
- Hayır. Hayır. Bu olamaz. Defne harika bir yol bulucudur. Yani anlatmak istediğim bu çukura kesinlikle düşmüş olamazlar. Bence kamp yerine geri dönelim belki ulaşmışşlardır.
Diyerek söylendi. Sanki kamp yerine ulaştıkları içine doğmuşcasına.
Tamda düşündüğü gibi olmuştu. Defne ve Hazal daha fazla açlığa, soğuğa ve korkuya dayanamayarak tabana kuvvet koşmuşlardı. Defne gerçekten çok hisli, çok iyi bir yol bulucuydu. Hatta küçüklükten beri edindiği bir alışkanlığı vardı. Nereye giderse gitsin pusulasını asla yanından ayırmazdı. Bir keresinde misafirliğe giderken bile götürmüştü. Telefonu gibi sürekli yanında taşırdı. Hem de babası hediye etmişti. Kamp yerini buldular fakat kimse yoktu. Zeki kızlardı. Olayı hemen anlayıp bir ateş yakmışlardı. Çadırdaki yiyecekleri de yanlarına alıp karınlarını doyurdular onlar gelene kadar.
Rüzgar yürüyemiyordu. Boğazına bir şey düğümlenmişti sanki. Ne ağlayabiliyor ne de susmak istiyordu. En sonunda gözü döndü ve arkasına bakmadan koşmaya başlamıştı. Ona bağıranları duymuyor, nefesini düzenlemeye çalışıyordu. Kampa yaklaşınca koşar adımları yavaşladı. Resmen ağlıyordu. Hayır sandığınız gibi değil. Sevinç göz yaşlarıydı bu. Ateşin başında oturan Defne olduğu yerden doğruldu. Koşmaktan nefes nefese kalmış olan Rüzgar sararmış yaprakların üzerine yığıldı. Defne 'de koşarak onun ellerini tuttu. Ve konuşmadan sarıldılar. Çünkü söyleyecek son kelime bile yoktu. Ağlayan gözler ve hıçkırıklar olayı anlatıyordu.