Yine o bilindik hisler içimdeydi.
İçgüdülerim çalışmaya başlıyordu ama kulaklığımdan gelen metal müzik sesi onu az da olsa bastırmama yetiyordu.
Otobüsteydim, arkadaşlarımla kafede otururken telefonuma gelen bir mesajdan dolayı dostlarımın evine gidiyordum. Beni çağırıyorlardı. Nedenini bilmiyordum, söylememişlerdi. okey, bilgisayar oyunu değildi herhalde. Öyle olur diye düşünüyordum ama hislerim ise tam tersini, çok kötü bir şey olacağını söylüyordu bana. Bunu ne kadar bastırmaya, müziğin sesini arttırsam da işe yaramıyordu.
Kötü bir şey olacaktı.
Otobüsten indim ve evlerimiz dip dibe olan arkadaşlarımın oturduğu apartmana doğru yürüdüm. Kapının önüne geldim. Kalbim güm güm atmaya başlamıştı bile. Onlarca kez geldiğim bu kapının önünde böyle bir şeyler hissetmek pek de alışıldık bir durum değildi.
Derin bir nefes aldım ve zili çaldım. Biraz bekledikten sonra yılların üniversite dostlarım beni eve davet etti. Ayakkabılarımı çıkardım ve içeri girdim.
Devamında ise şöyle oldu: Dostum bildiğim, yılların getirdiği arkadaşlığına sahip olduğum iki insan olan; Alperen ve Deniz karıştıkları saçma sapan bir mevzu yüzünden masum olan beni suçlamışlardı. Olay gerçekten çok saçmaydı, onlar mı yapmıştı yoksa başkaları mı bilmiyordum. Konu saçma olmasına saçmaydı ama eğer gerçekleşecek bir sonucu varsa da o ikisinin üniversite ve gelecek hayatını riske atacaktı. Haklarında tutanak tutulup, siciline ceza işlenilecek ve üniversiteden atılacaklardı. Onlarda kendi arkadaş çevrelerinden dolayı, kurban olarak beni seçmişler ve herhangi bir şey kanıtlayamayacağımı düşünerek, beni suçlamışlardı. Konuyu, bütün tarafları bir araya getirsem çok rahat bir şekilde çözerdim ama onlar pek bundan yana değillerdi. Hatta Deniz bana bıçak bile çekmişti. Ölümle tehdit etmişti. Bunu dostum bildiğim bir insanın; bir günde değişip, bana güvenip konuyu çözmeme değil de kendi menfaatlerini düşünüp yapması da ayrıca bir zoruma gitmişti. İki buçuk saatlik anneme hakaretler, ölüm ve işkence tehditlerinden sonra, bütün bu olaylardan habersiz diğer ev arkadaşları olan Umut geldi, sanki olaydan haberi varmış da yokmuş gibi davranıyordu. Bana göz ucuyla bakıp yanımdan selam bile vermeden geçmişti.
Berbat bir histi.
Şu an nefret ettiğim ve asla sevmediğim sigarayı, kapalı bir çardağın altına çöküp hiçbir şey hissetmeden içiyordum. Neden, nasıl diye beynimde bir saat sorguladım ama elime mantıklı bir sebep gelmedi. Bir dosttan bunları duymak – pardon dost olacak bildiğim insanlardan – bana çok tuhaf gelmişti. Önceki tecrübelerimden de biliyordum ki bunun üstüne sadece kendi başıma başkalarından bilgi toplamaksınız kafa yorarsam yine kafayı yer, paranoyaklaşmaya başlardım. O yüzden birilerinin bana gelip bilgi vermesi – ki nasıl hemen şipşak olacaktı ki? - daha mantıklı olurdu. Buradaki bilgi vermesi de daha on beş dakika önceki yaladıklarıma benzer bir şey olması gerekirdi.
Sigara izmaritini iğrenerek çöp kutusuna attım. Oturduğum yerden kalktım, kendimi gecenin güven verici karanlık kollarına attım. Karanlıktaydım, beni kimse görmüyordu yani güvendeydim. Bu hissi tadını çıkararak, sokak lambalarının sarı ışıklarından sakınarak karanlık kaldırımlarda yirmi dakika kadar yürüdüm. Bir nebze iyi gelmişti. Yaşananlar hakkında en ufak bir duygusal reaksiyonum yoktu, acaba travmama mı geçiriyordum? İçimde sessiz sedasız...
Yaşadıklarım yüzünden şu yirmi dört yıllık ruhumda duyguya fazla yer yoktu. Genelde ruh gibi ortadan dolanır, sessizce bulunduğum yerden çıkardım. Profesyonel bir asker gibiydim. Ama içimde sadece bir kişiye karşı hislerim vardı.
Nalan.
Kendisi birkaç yıl önce yaşadıklarımız yüzünden üniversitesinden yatay geçiş yapmış ve Kayseri'de okumaya karar vermişti. İkimiz de görsel sanatlar okuyorduk. Tanışmamız da, sevgimizi fark edip bir bütün olmamız da o kadar garip bir maceraydı ki...
Onu aramak istedim. En azından sesini duymak iyi gelirdi. Telefonumu elime aldım, ismini seçtim arama tuşuna dokundum. Telefonunu dördüncü çalışta açtı. Genelde böyleydi. Konuşmuştuk, işi yoksa ilk çalışta, varsa eğer dördüncü çalışta açıyordu. Benim için de geçerli bir kuraldı.
Karanlık bir köşeye, bir binanın altına oturdum. Kafamı duvara yasladım, gözlerimi kapattım ve ilk sözü ona bıraktım.
"Alpcim." O kadar güzel bir dille söylemişti ki.
Birkaç kez öksürdüm, konuşmamaktan boğazım kapanmıştı.
"Sesini duymak istedim. Müsait miydin?" diye sordum.
"Sen istersin de müsait olmaz mıyım?"
Nedenini bilmediğim bir şekilde gözlerim doldu. Onun bana değer vermesi, şefkat göstermesi ve bana zaman ayırmasına hala alışamamıştım. Bazen böyle gidip geliyordum onun bana karşı böyle davranmasına. Benim tek zayıf noktam oydu.
"Günün nasıl geçti?" diye sordum. Anlamlandıramadığım bir şekilde ağlıyordum hıçkırarak değil, sessizce. Nalan'ın fark etmesini istemiyordum.
Sesi o kadar güzeldi ki bana okula gittiğini, yediği yemekleri, bugünkü okuduğu kitabın özetini beni zamanın dışına sürüklercesine tane tane anlatmıştı. Bunu şöyle tarif edebilirim: Anlık olarak beni bu dünyadan dışarı çıkarmıştı. Evrenin bir ucundaki bomboş bir gezegende sadece o ve ben vardık.
Veya ben sanki ben cehennemdeydim, o ise cennetten bana sesleniyordu. Burada herkes acıdan çığlık atıyordu. Benim dünyamda duyduğum tek ses buydu... Çığlık ve haykırış. Ama onun sesi beni buradan dışarı çıkarmasa da ruhumu dinlendiren yegane şeydi.
Gözlerimdeki yaşlar hala kurumamıştı.
"Peki sen neler yaptın," diye sordu bana. Amcamdan sonraki tek sırdaşım oydu. Zira onlardan başka kimsem yoktu bu dünyada. Annem zaten beni doğururken ölmüştü, babam da ondan hemen sonra gitmişti.
Kendimi tutmadım ve her şeyi ona en ince detayına kadar anlattım. Sadece hı hı diyerek heyecanını koruyamadan, sözümü kesmeden dinledi. Fazla konuşmak istemiyordum bu konuyu, Nalan'la sadece iyi şerlerden bahsetmek, güzelliklerden romantizmden bahsetmek istiyordum. Böyle negatif olayların onu etkilemesine izin vermemem gerekiyordu. Konuşmam bittikten sonra beni bir saat kadar yorulmadan teselli etti, artık telefonlarımızın şarjı bitmek üzereydi.
"Alp, ben her zaman senin yanındayım, ne olursa olsun."
"Biliyorum Nalan."
"Kendine dikkat et, bir şey olursa hemen ara beni," dedi.
"Tamam."
Telefonu kapattı. Bende karanlıkta gökyüzünü izlemeye daldım. Yeryüzündeki ışık fazlalığı yüzünden yıldızlar küçüklüğümdeki gibi net görünmüyordu ama ordalardı, en azından bir tutam pırıltı saçıyorlardı. Ay ortalarda yoktu, göremiyordum. Bulutlar da karanlıkta yavaşça yol alıyorlardı. Ne kadar sessiz ve huzurlu diye düşündüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İÇGÜDÜ
Misteri / ThrillerAlp'in en yakın arkadaşları ona ihanet eder. Yapmadığı bir suçtan dolayı onu kurban seçerler. Bir süre sonra arkadaşlari onu arar ve ondan sadece yardım isterler ama nedenini söylemezler. Alp ise şüpheye düşer ve yardım etmek için arkadaşlarını aram...