08.12.2009
Soğuk havayı tüm ciğerlerimde hissediyordum. Çığlıklarım yerini hantal bir yorgunluğa bırakmıştı. Susamıştım, çok susamıştım...
Evimizin balkonunda, köşeye sinmiş oturuyordum. Çok ağlıyordum. Sırtımdaki yanıktan çok ruhum acıyordu. Köyün en tepesinde olan evimizin soğuk betonunda pijamalarımla oturuyordum. Tahminimce gece 04.30 sularıydı. Kış aylarının başıydı. Eski bir evdi ve balkonun etrafından çadırlar yırtılmış, varla yok arasında bir yerdeydi. Evin tam karşısındaki tepeden gelen kurt sesleri artık sadece ufak bir ürperti veriyordu, alışmıştım.
Burada olmamın sebebi kafamda canlandı birden.
" Yine mi bu yemek? Orospu!"
"Başka hiçbir şey yok evde, ne yapabilirim sana?"
Yere düşen çelik tabağın sesi yankılandı oturma odasında. Korkuyla sıçradım ve ağabeyim ile kardeşime baktım. Korkuyla titriyorlardı.
Bir tokat sesi,
Bir tane daha,
Bir tane daha,
Ve bir tane daha...
Daha fazla dayanamayacaktım. Hızla ayağa kalktım ve mutfaktan oturma odasına girdim.
"Baba dur artık!" Bağırdım baba demeye bile tiksindiğim varlığa. Anneme vurmasın diye küçücük bedenimle sanki bunu önleyebilecekmişim gibi önüne siper ettim kendimi. Ateş parçası gözler sanki yüreğimi kurşun gibi deldi, geçti. Bu saatten sonra bana herşeyi yapabilirdi ama annem zarar görmeyecekse buna razıydım.
"Çekil önümden, küçük piç seni!"
Elinin tersiyle sol yanağıma vurduğu gibi dar odada sırtımı sıcak sobaya çarptım. İçimi adeta parçalayan o acı çok fazlaydı.
Annem bana gelmeye çalışırken, babam olacak mahlukat annemi saçından tuttuğu gibi geri çekti. "İkinizin de dili fazla uzadı ha? Kesmek lazım o dili!"
Eli kemerine gitti. Çıkardığı gibi ikiye katladı kemerini. Bir anneme, bir bana vurmaya başladı. Sırtımdaki acının aksine, kemerin yaktığı yerler daha tazeydi. Bu acıdan anca yorulduğunda kurtulacaktık.
Hırsını alamamıştı. Kolumdan tuttuğu gibi beni balkona sürüklemeye başladı. "Sabaha kadar balkonda kal da aklın başına gelsin piç kurusu!"
Dinmeyen öfkesinin izlerini sıktığı kolumda çıkarıyordu adeta. Kapının kilidini açtığı gibi attı beni balkona. Annemin yapabildiği tek şey, yapmaması için ağlayarak yalvarmaktı. Kapıyı açmaları için tekmeledim, çığlık attım, saatlerce. Açan olmadı...
Çok susamıştım. Bu susuzluğa daha fazla dayanamıyordum. Aklıma bir şey gelmişti ama düşündükçe boş olan midem bulanıyordu. Susuzluktan ölmek istemiyorsam yapmak zorundaydım, yaptım da...
Her köy tuvaletinde olduğu gibi bizim tuvaletimiz de dışarıdaydı. Musluk falan yoktu. Büyük bir varile su doldururduk. Tuvalet olduğunu belli eden tek şey alaturka tuvalet taşıydı ama o da pislik içindeydi. Yerimden kalkıp babam olacak adamın botlarını giydim ve yürümeye başladım. Sessiz olmaya çalışıyordum. O adam tekrar uyanırsa aynı dayağı yemek istemiyordum.
Tuvalete vardığımda varilin kapağını iğrenerek açtım. İçindeki tası varile daldırdığım gibi o suyu gözlerimi sıkı sıkı yumarak içmeye başladım. Hayatım boyunca bu anıyı asla unutmayacaktım. Bunun hesabını da o mahlukata soracağıma ant içmiştim. Tuvaletten sessiz sessiz ağlayarak tekrar balkona döndüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızıl Çember
Mystery / ThrillerKasvet dolu şehrin, günah dolu sokaklarına izlerini bırakmış bir grup genç... Adaletle savaş altında olan suçların kirleri ellerine bulaşmış, çare bulamayınca yeraltının en üst noktasına tırmanmış bir çete, Kızıl Çember... Bir varmış bir yokmuş ile...