GİRİŞ

957 103 44
                                    

Mart 2021/ İzmir

Elim usulca piyanoda dans ederken beynimde beni delirten aynı sahne dönüyordu.

Babamın bir ara sokakta annemi gözlerimin önünde öldürdüğü o an.

Deliriyordum.

Ölüm korkusu bedenimi zehirli bir sarmaşık misali sarmıştı.

Madem acı çekerek yavaş yavaş ölcektim neden bu işi hızlıca halletmiyordum ki?

Bu hastalıkla savaşacak gücüm yoktu.

Arkamdan ağlayacak kimsem de yoktu.

Anne, lütfen yardım et! Ölmek istemiyorum.

Üzerimde beyaz bir kazak ve siyah tayt vardı.

Omuzlarıma anca değen saçlarımı okşadım. Onlarda mı gidecekti?

Siyah piyano taburesinden kalktım ve boy aynasının yanına adımladım.

Zaten beyaz olan yüzüm iyice beyazlamış, göz altlarım mordan siyaha dönmüştü. Buz mavisi gözlerimin beyaz çeperleri kızarmıştı.

Ölü gibiydim. Belki de ölüydüm.

Üzerime ceket bile almadan kapıyı çarpıp çıktım.

Büyük bir evde tek başıma yaşıyordum. Nefret ettiğim dedem Yakup Bozok'un mirası eski bir yalıda.

Bu yaşıma çoğu şeyden kaçarak gelmiştim.

Babamdan, yetimhaneden, mezarlıklardan ve ölümden.

Kaçtığım her şey hep bulmuştu beni.

Madem kıyıya vuracaktım oltalardan niye kaçtım?

Geldiğim uçurum kıyısında gezdirdim gözlerimi.

Kayalıklara sertçe çarpan dalgalara kendimi bıraksam mı daha çok canım yanardı yoksa kemoterapi alırsam mı?

Birinci adım, ikinci adım ve ölüm.

Annemin karnına düşüşüm bile mutlu değildi. Tecavüz çocuğuydum..

Nasıl sevebilmişti annem beni? Ben bile kendimden nefret ederken nasıl sevebilmişti?

Bir adım daha yaklaştığımda arkamdan duyduğum sesle irkildim.

"Gerçekten atlayacak mısın?" duyduğum kalın sesle sesin sahibine döndüm.

Sessiz kaldım, zaten dilim hep lâldi benim.

"Bu kadar mı vazgeçtin?" dolu gözlerimden bir damla yaş düştü.

Başımı iki yana salladım.

"Neden?" diye soran adama baktım.

Çünkü umudum yoktu.

Cevap veremedim, konuşamadım.

"Kardeşim öldüğünde, bende denedim senin gibi." yutkundu.

Anlamıştım zaten gözlerinden. Kahveleri acısını haykırıyordu. Elini saçlarına attı ve karıştırdı. Hafif uzuna kaçan saçları vardı.

"Üç ay daha dayanabilir misin? Yalnız ölmek istemiyorum." demesiyle anlamazca ona baktım.

"Tam üç ay. Üç ay sonra tam kardeşimin ölüm yıl dönümünde buradan atlayan ben olacağım." Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı.

İşaret diliyle "Neden bekleyeyim?" diye sorduğumda önce şaşırdı.

Konuşamıyor olmamı beklemiyor gibiydi. Acımadı ama bana.

Ben bile kendime acırken onun gözlerinde acımayı göremedim.

Telefonunundan bir şeyler yaptı ve bana uzattı. Notlar kısmını açmıştı.

"Üzgünüm, işaret dili bilmiyorum."

"Seni neden bekleyeyim?" yazıp telefonu ona geri verdim.

"Çünkü yalnız ölmekten korkuyorum. Kim bilir, belki ölmeden önce birini hayata döndürürüm." Güldüm bu dediğine.

"Birinin canını almışken, birini yaşatırım." diye mırıldandı.

Benim aklımdaysa bambaşka şeyler dolanıyordu. Farklı ve tehlikeli tilkiler.

Benim sinsi tilkilerim, acı veren düşüncelerim.

3 ay yaşayabilecek miydim?

Kemoterapiyi red ediyordum. Yaşamaya umudum yoktu ve son kalan zamanlarımı acı çekerek geçirmek istemiyordum.

"Elimi tut, seni yaşatayım." bir dalgalarıyla kayaları döven denize bir de karşımdaki adama baktım.

Telefonu almak isteyerek elimi uzattım hemen verdi. Ya yaşamak istemiyorsam?

Okudu ve bana baktı. Yorgun görünüyordu. Yüzündeki yara izi çekti dikkatimi.

Ona ayrı bir hava katmıştı. Bir süre yüzünü izledim sadece.

"Birine iyilik yapmadan bu dünyadan gitmeme izin verme." dedi yalvarırcasına ve elini tekrar uzattı.

Tedirginlikle elimi uzattım ve yavaşça elinin üstüne koydum.

Gülümsedi ve elimi sıktı.

"Dağhan Karavezir ben." kendini tanıtmasıyla bende kendimi tanıttım.

Sonra banada telefonunu uzattı. Efnan yazdım.

Bir süre yüzümü izledi.

"Cennetteki güzel gözlü kız, tam da adının anlamını taşıyorsun"

Soluk Baharın Sessiz ÇığlığıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin