Nefes nefese uyandım. Kabuslarım normalde anlamsız derecede saçma ve sinir bozucu olurlardı ama bu bile fazlaydı. Gerçek gibi gelen kabuslar, şehrin yıkılmış görüntüsü, çocukluk anılarım ve şu kafesteki kadın?
Artık uyanıktım. Kabuslar artık yoktu. Bu düşünceye tutunmaya çalışarak etrafıma bakındım. Gerçekten mağaradaydım. Güvendeydim... Yani ne kadar güvende olabilirsem. Lena yerde duran pelüş halının üzerinde uyuya kalmıştı. Kaç saattir uyuyordum?
Kanepede doğrulup kaburgalarımı yokladım. Hepsi sağlam gözüküyordu. Uyumadan önce en az üç kırığım olduğuna yemin edebilirdim. Ama şimdi ufak bir sızı bile yoktu. Belki de uyanamamıştım.
Lena uyumadan önce fenerleri söndürmüştü ki yanmalarını gerektiren bir durum da yoktu. Mağaranın girişinden gelen ışık içeriyi yeterince aydınlatıyordu.
Ayağa kalktım, Lena'yı uyandırmadan yattığı yerden kaldırıp kanepeye götürdüm. İstifini hiç bozmadan uyumaya devam ediyordu.
Birkaç saniye uyanıp uyanmayacağını bekledikten sonra metal dolapların yanına gittim. Küçüklükten beri eşya saklamak gibi saçma bir huyum vardı. Fakat her zaman işime yaramış bir huyumdu. Kikloplar şehrimize saldırmadan önce kaykayımı apartmanı önündeki çalılara istiflemem gibi.
Şimdi de mağarayı ilk keşfettiğimiz zamanlarda istiflediğim kılıcımı arıyordum. Normalde kılıçlarımı saklamak yada sergilemek yerine ekmek bile kesemeyecek hale gelene kadar köreltmeyi severdim ama bu kılıca onu yapamamıştım.
Kılıcı, annem bizi terk edip şehirde bir başımıza yaşamamız için bıraktıktan yaklaşık iki yıl sonra ormanda gezerken bulmuştum. Nasıl olduğunu sormayın çünkü bende bilmiyorum. Artık kaybolduğuma tamamen emin olduğum bir anda mağaranın girişini görmüştüm. Kılıçta tam orada duruyordu. Yere saplanmış bir halde sanki uzun zamandır benim onu bulmamı bekliyordu. O gün bunu sorgulamamıştım ve kılıcı alıp mağarayı keşfetmeye başlamıştım. Günün sonunda da kılıcı şehre götürdüğüm anda birinin onu benden zorla almasından korkup saklamıştım.
Metal dolabın arkasına uzandım ve uzun zamandır yerinden kımıldamamış olan kolu kendime doğru çektim.
Metal dolabın altındaki ızgara içimi tırmalayan bir gıcırtı sesiyle açıldı. Sanırım bu mağara madenciler tarafından kullanılırken patronları işçilerin maaşlarından çaldığı paraları buraya saklıyordu. Dolandırıcı olmasına rağmen zeki olduğunu kabul etmeliyim.
Yere eğildim. Dolabın altında kolumu uzatıp, açılan gizli bölmede kılıcımı aradım. Elime sadece farklı boyutlardaki kağıt banknotlar geliyordu. Muhtemelen patron çaldığı paraları harcayamadan bu dünyayı terk etmişti. Aklı başında hiç kimsenin bu kadar fazla parayı geride bırakıp gideceğini sanmam.
Elime soğuk bir şey değene kadar banknotları gizli kasadan çıkardım. En sonunda elime yanma hissi geldi. Tabii ki de kılıcın sivri ucu yada kabzasını tutmak gibi yarı yarıya olan bir ihtimalde bile şanssız olacaktım. Ne yani bir de elimi uzattığım gibi kılıcın kabzasına mı denk gelecektim? O mucizeler sadece çizgi filmlerde olur. Bide nadiren de olsa normal insanların hayatlarında. Normal.
Koluma doğru yayılmaya başlayan yanma hissine aldırmayıp kılıcın kabzasının olduğunu düşündüğün yöne doğru yavaş yavaş ilerledim. Metalin soğukluğu geçip elime deri kabza geldiğinde elimi sıktım ve kılıcı çektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
22. Yüzyıl Tanrıları -KAYIP ŞEHİR-
FantasyHayatını kurtarmak için şehrine saldıran canavarlardan kaçtıktan sonra üzerinde yürüdükleri dünyada sadece kendilerinin değil aynı zamanda yunan mitolojisindeki diğer her varlığında olduğunu öğrenen Magnus, kız kardeşi için güvenli bir yer bulmak i...