1

461 34 30
                                    


Babasının kötüleşmesiyle onu hastaneye götüren Kahraman telaşla beklerken hemşire içeri girebileceğini söyledi. Kahraman hemen babasının yanına gidip elini öptü ve endişeyle yüzüne baktı. İdris ise oğlunun gözlerinin içine baktı. Belki son kez görecekti, bilemezdi. Bu aralar önceden hep esirgediği ilgi ve şefkati evlatlarına gösteriyordu. Oğlunun elini sıktı ne kadar gücü varsa. Biliyordu, hissediyordu. Bu sefer sona gelmişti. Eve geri dönebileceğinden emin değildi. Yaşlı bedeni günahlarının üstüne bir de bu hastalığı taşıyamıyordu. İdris en azından günahlarımı bir nebze bile olsa telafi edebileyim diye düşündü. Artık saklamayacaktı. 

Gözünün önüne o küçücük bebek, Salih geldi. Gonca ona getirdiğinde ilk ve son kez görmüş, ardından başından savmıştı el kadar bebeği, kendi evladını. Salih'in aklına gelmesi, gözünün önünde canlanması ve Kahraman'a bakması vicdanını geçte olsa sızlattı. Belki kendisi hiçbir şeyi telafi edemezdi ama oğulları edebilirdi. Belki oğulları onu affetmeyecekti ama Salih'i bulur, asla bırakmazlardı. Biliyordu çünkü, Koçovalılar inatçının tekiydi.

Kahraman'a döndü ve dedi ki ''Yamaç ve Selim'i de çağır. Söylemem gerekenler var. Ben ölmeden bunu bilmeniz lazım yoksa gözüm açık gider.'' Kahraman ise ''Aman baba, gözünü seveyim şöyle laflar etme, ölüp gidecekmişsin gibi.'' dese de İdris kızar gibi ''Kahraman, dediğimi ikiletme. Kardeşlerini de çağır gel.'' demişti.

Kahraman hiçbir laf etmeden kalktı ve gitti. İdris ise biraz sonra olacakları düşünüyordu. Kahraman yanında Yamaç ve Selim'le gelmiş; Kahraman babasının sağına, Yamaç ve Selim'de soluna geçmişlerdi. Tam Yamaç söze girecekken İdris elini kaldırıp lafını kesmiş, söze girmesini engellemişti. ''Şimdi siz susacaksınız, ben konuşacağım. Siz hiç karışıp araya girmeyin. Ben size her şeyi anlattıktan sonra diyeceğinizi der, isterseniz de kapıyı çarpıp çıkarsınız.'' demişti son lafında Yamaç'a alttan alttan ima yaparak. Yamaç'ın yüzü asılmıştı ve diğerlerinin de morali bozulmuştu. İdris'te kendine kızmıştı. İçinden, 'Yine yaptın yapacağını.' diyordu.

''Benim bir oğlum daha var, başka bir kadından.'' dedi ve diğerlerinin yüzüne kısa bir göz gezdirdi. Şaşırmış ve inanmayan bakışlara aldırmadan devam etti. ''Adı Salih. Bunu sizden, annenizden, herkesten yıllarca sakladım. Hep derdim keşke kendimden de saklasaydım diye. Bilmeseydim hep daha mutlu ve huzurlu bir yaşamımın olacağını düşünürdüm. Bu yüzden madem kendimden saklayamıyorum, sizden saklayayım dedim. Böylece siz mutlu ve huzurlu olurdunuz. Bizim ailemiz bizim çatımızın altındakilerdi... Tabi o zamanlar öyle düşünüyordum, aileden olmayan birini aileye almazdım, alamazdım. Sadece huzursuzluk, mutsuzluk, kargaşa ve üzüntü getirirdi. Gonca, yani annesi onu getirdiğinde öğrendim onu, ilk ve son kez o zaman gördüm. El kadar bebekti. El kadar bebekti ama beni nasıl korkutmuştu öyle, kurtulmak istemiştim. Ben de Paşa'ya söyledim bunu bir tek, o da eğer Gonca'yı evlendirirsek hem çocuğun bir babası olur hem de bir daha bizim gözümüze gözükmez demişti. Gonca'da el mecbur, kabul etti. Ama onu kiminle evlendirebilirdim ki, onu evlendirdiğim kişi de bu sırrı bilecekti sonuçta. Ben de o zamanlar şoförüm olan Kasım'la evlendirdim. Sonra ne ben onu aradım ne de o bana geldi. Kasım'da işten ayrıldı. Çok geçmedi, 5-6 sene sonra duydum ki Kasım Gonca'yı öldürmüş, o ölünce de...'' 

İdris sözlerine bir ara verdi. Çocuklarına ses çıkarmadan dinleyin demişti ama gözleri konuşuyordu adeta. Bana öyle bakmayın diyebilir miydi? Şaşkınlık, hüzün, mutsuzluk, hayal kırıklığı... Ne ararsan vardı o gözlerde. Babalarının bu kadar cani olduğuna inanamayan adamların yüzleriydi. İdris yutkunup sözlerine devam etti.

''O ölünce de Salih tek kaldı, bir süre Çukur'daki yetimhanede kaldığını öğrendim. Ama Çukur'da olması, her şeyi biliyor olması ve karşıma çıkabileceği ihtimali beni öylesine korkutmuştu ki Paşa'ya söyledim. Onu oradan aldı ve annesinin memleketine, Varto'ya gönderdim. Gönderdikten bir süre sonra neler olduğunu öğrenmek için sorgulattım Paşa'ya ama duydum ki yanında kaldığı dedesi de ölmüş ve Salih ortadan kaybolmuş. Her zaman istediğim gibi... Kaybolmuş.'' Bir süre İdris kendi kelimeleriyle boğuşurken, vicdanının ona geç gelen acısını hissederken dalmıştı. Evlatlarının yüzüne baktığında Kahraman'ın gözlerinin dolduğunu, Selim'in ise ona yüz çevirip neredeyse sırtı dönük bir şekilde buradan kaçmak gitmek ister gibi dinlediğini ve Yamaç'ın gözyaşlarına boğulduğunu gördü.

''Ben berbat bir babayım, bunun geç farkına vardım. Yamaç; benim yüzümden evi terk etti, benim gibi olmak istemediği için. Selim; ondan her şeyi esirgedim ve ondan hep yapamayacağı, yapabildiğinden daha fazlasını istedim. Kahraman; onu benim gibi olmaya zorladım. Cumali; o şu an içerideyse benim suçum. Bunların hiçbirini telafi edemem ama siz yine de beni affedecek, en azından affetmiş gibi yapıp yanımda kalacak kadar sevdiniz. Sizi teselli edecek bir abiniz, kardeşiniz, size uzanan bir el vardı. Ama Salih; onun için ben hayatını karartan, annesinin ölümüne sebep olan kişiyim. Onu sizden ayıran kişiyim. O beni affetmez, affetmesin de. Başına bir şey geldi mi, iyi mi, iyi yemek yiyor mu, şu an ne halde onu bile bilmiyorum. Ama size tek vasiyetim, Salih'i bulun. Daha çok acı çekmeden, onun acılarını dindirecek, teselli edecek kişiler olun. Yamaç, senin bir abin daha var. Kahraman, Selim. Sizin bir kardeşiniz daha var oğlum, bulun onu.'' dedi. 

Selim babasının son sözleri olduğunu anladığında hızla kapıyı çarpıp gitti. Yamaç ve Kahraman'da Selim'in yaptığının en mantıklısı olduğunu düşünüp çekip gittiler. Akıllarındaki baba profili yok olmuş, İdris Koçovalı onların ailesini dağıtan, bir çocuğa, kendi öz evladına bile babalık yapmaktan çekinen bir canavara dönüşmüştü. İçlerindeki öfkeyi kusamazlardı ki, anlamazdı. İnsanlar ve canavarlar aynı dili konuşmazdı. Canavarların hisleri yoktu, eğer olsaydı insanlara zarar vermezlerdi en başında. Biraz daha uzaklaşacakken odadan gelen sesi ve odaya doğru koşan doktorla hemşireyi gördüler. Normalde endişeden delirmeleri gerekirken boş bakışlarla yollarına devam ettiler. Bunun son fırsat olduğunun farkındalardı ama istemiyorlardı. Onların son gördükleri o cani adamın yüzüydü, babalarının değil. Bu onların kaybını ve baba acısını hafifletse de şimdi hepsi tek bir isim yüzünden baba acısından daha beter acı yaşıyorlardı; Salih. Ona ne olmuştu, kayıp oldu ya sonrası? Küçücük bir çocuk ne yapardı tek başına?

İdris defnedildikten bir gün sonra Koçovalı kardeşler dayanamayıp her şeyi önce ailelerine anlatmışlardı. Sultan ise İdris'in bunu yaptığına inanamamış, büyük hayal kırıklığına uğramıştı. Acısını, öfkesini bir mezar taşından da çıkaramazdı ki, gitmişti İdris. Ne yapacaktı? Onu düşündü, Salih'i. Odasına çekildi ve dualar etmeye başladı Salih için. Onun iyi ve güvende olması için. İdris yüzünden çok acı çekmemiş olması için çok ama çok dua etti. Ve en zor görevi o üstlendi, bir mektup gönderdi Cumali Koçovalı'ya, uzun bir mektup. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlattığı bir mektup. 

Ve Selim, Kahraman ve Yamaç'ın Salih'i bulmak için Varto'ya doğru yola çıkmasının ardından çok geçmeden Paşa'nın bir çöp poşeti içinde bulunan parçalara ayrılmış cesedi bulundu. Cesedin bulunduğu duvarda ise kırmızı boyayla -ki umarız boyadır- KOÇOVA'NIN CUMALİ'Sİ yazıyordu.

Varto'da ise kırmızı gözlü adamın keyfi yerindeydi. Tabi Medet ona keyfini kaçıracak haberi vermişti.

''Abim, şey...'' dedi ağzında geveleyerek. Vartolu ise sinirle ''Ne var Medet, söyle ne söyleyeceksen?'' diye bağırmasıyla kendine gelen adam doğruldu. Abisinin emri ile düzgün bir şekilde tek seferde söyledi. ''İdris Koçovalı ve Paşa ölmüş abim.'' Vartolu ise şok olmuştu. ''Tamam Medet.'' dedi ve adamın hala dikildiğini görünce ''Medet siktir git!'' diye bağırdı sinirle. Medet'in gitmesiyle elindeki cam bardağı kapıya fırlattı. Sinirini nereden çıkaracağını, ne yapacağını bilmiyordu. Kurduğu onca intikam planı, emek, çaba, her şey boşa gitmiş gibiydi. İntikam alacağı günü beklemişti bunca zaman. Planlar kuruyordu hep kafasında. Şimdi ise intikam alacak kimsesi kalmamıştı. Vartolu intikamını ailesinden alacak kadar kötü biri de değildi. Tanımıyordu bile onları. Belki İdris yaşasaydı sırf onun canını sıkmak, canını yakmak için ailesine bulaşır ama ciddi bir zarar vermezdi. Ama şimdi sanki oyun bitmiş gibiydi, intikam alacak kimsesi kalmamıştı. Vartolu istemese de pes etti. İntikamdan, Koçovalılar'dan vazgeçti. Geriye bir kişi kalmıştı, onun da zamanı yaklaşıyordu. Onun da işi bitince her şey bitecekti. 

Kasım'ı öldürecek, anasının mezarını da olsa son bir kez görecek ve sonra her şeyi bitirecekti.



Ördü Kader AğlarınıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin