6

379 38 98
                                    

yere fırlattığı cam bardak, ipince parçalar da dahil olmak için tüm zemini kaplarken, gergin bir tavırla elini açık kahve saçlarına daldırdı. bedeni zangır zangır titriyor, gözleri odaklarını yitiriyordu. gerginlikten çizdiği yanakları kıpkırmızı kesilmiş, saçları birbirine girmişti. üzerindeki beyaz gömlek kahve ve kalem lekeleriyle dolmuş, elini kestiği zamandan kalma silik bir kızıllığa ev sahipliği ediyordu.

cemal mahvolmuştu.

bir hafta içinde beş iş yerine stajyerlik için başvurmuş, dönüt aldığı üç iş yeri tarafından kabul edilmemişti. kabul edilmemesi sıkıntı değildi, diğer iki iş yerinin onu yeterli bile görmediği düşüncesiydi onu bu hale sokan.

cam kırıklarına acır bir ifadeyle bakarken, içindeki gerginliğin ve sabırsızlığın verdiği hisle aniden kükrercesine bağırarak öne eğildi. canı deli gibi sıkılmıştı. sınavların ortasında ona bu takıntıyı saran ikizine de inanılmaz sinirliydi. ağzına sıçmak için doğru anı beklese de nafile, iki gün önce amerika'ya uçmuştu herif!

dolan gözleri eşliğinde, yerdeki cam kırıklarını umursamadan yere çöktü. bu duruma yalnızca yarım saat sonra pişman olacağını pekala biliyordu. umursadığıysa söylenemezdi. sınavları iyi gidiyorduysa da, hayatı hiç yolunda değil gibiydi. psikolog randevusu almaya zamanı yoktu, bir an önce staj yapacak bir yer bulması gerekiyordu.

hayatında kendine ayıracak vakti yoktu. hayatı, onun hedeflerinden ibaretti ve bu hedefleri ona insanlar koymuştu. sıkıntı olan hedeflerinin insanlar tarafından belirlenmesi değildi, hedeflerine ulaşamadığı her an onlardan çok kendisinin kendisine zarar vereceği gerçeğiydi.

o yere çökmüş, düşüncelerinin içinde kaybolurken, telefonundan ayas için özel ayarladığı zil sesi duyulmaya başladığında gözlerini sıkıca kapadı. 

üstelik bunca sıkıntının arasında, ayas'ın ailesi tarafından reddedilmiş ve kendisine iyi gelen tek kişiden haftalarca uzak kalmak zorunda bırakılmıştı. yani bu patlamanın bu derece büyük olmasının sebebi bir nevi de buydu.

bundan önce de sınav zamanlarında veya başaramadığı bir hedef olduğu zamanlarda kriz geçirmişliği vardı ama çoğu zaman hafif, kendine zarar vermediği krizler olurdu çünkü o krizlerden önce ya da kriz anlarında ayas ile birlikte bulunmuş olurdu. ayas'ın çoğu kişiye göre boşboğazlık ettiği çoğu an, onun için dinlenme zamanı gibi bir şeydi. lakin o da çok belli etmezdi ayas'a, onun kendisine ne kadar iyi geldiğini çünkü biliyordu ayas'ın onun düşüncelerinden haberdar olduğunu.

kapalı gözlerinden küçük yaşlar süzülmeye başladı. en çok da ayas'a üzülüyordu. her ne kadar ona yıllarca kör kütük aşık olmuş olursa olsun, ayas, onun gibi birini hak etmiyordu. ama ona gitmesini, daha iyi birini muhakkak bulabileceğini söylemeyi de içindeki aç gözlü taraf kendine yediremiyordu.

hoş, ayas da gitmezdi ki. 

o ne kadar ayas'a mecbursa, ayas da ona mecburdu. diz kapaklarından yükselen acıya rağmen zor da olsa açık bilgisayarın yanındaki telefonuna uzandı ve üç kez tekrar tekrar çalmış telefonu en sonunda alabildi. acıdan çok, hissettiği duygular titretiyordu bedenini.

telefon dördüncü kez çalmaya başladığında, yorgunca sırtını masanın ayağına dayadı ve telefonu nihayet açtı. karşı hattaki endişeli oluşunu bastırmaya çalışan ses, dağılmış yüzünde silik bir tebessüme sebep oldu, "cemal! neden açmıyorsun? hayır ölsen helvanı ben yapmak zorunda kalacağım salak herif!" 

"neli istediğimi not et, ıspanaklı olsun." yüzündeki aptal tebessüm, sırıtmaya dönüşürken az önceki çökmüş hali birden aydınlandı. onun sesini duymak bile böyle bir etki yaratıyordu işte.

"ıy midesiz herif, ıspanaklı helva ne be?" ayas'ın söylenmelerini hem dinliyor, hem de yerdeki büyük kırıklardan biriyle oynuyordu. zaten bedeni çok kötü bir durumdaydı, birkaç kesik daha sıkıntı olmazdı. "ayrıca, sesine ne oldu öyle? itiraf et az önce beni düş-" cümlesini devam ettirmesine izin vermeden, "kriz geçirdim." diye mırıldandığında birkaç saniyelik bir sessizlik oluştu ve ardından telefon yüzüne kapatıldı.

sıradaki atağın ne olduğunu çok iyi bildiği için yerinden kıpırdamadan, aynı pozisyonda onu beklemeye başladı. çok değil, en fazla yirmi dakika sonra kapı paldır küldür açılmış, içeriye üstü başı dağınık bir ayas girmişti. yüzünde tarif edilemez bir şaşkınlık ve korku ifadesi vardı. sert adımlarla yanına geldiği sırada, "dikkat et!" diye bağırdı cemal ve ayas olduğu yerde kaldı, sonra gözleri yavaşça zemine kaydı. yerde gördüğü tuz buz olmuş cam parçalarıyla, odağı sonunda netleşmiş bir şekilde cemal'e baktı.

üstü başı az önce yere çöktüğünde kesilmiş dizleri ve elleri yüzünden kan ter içinde kalmış, kriz anını sonuna kadar yaşadığını çok belli ediyordu. ayas'ın yüreği bu görüntüyü kaldıramamış, hıphızlı atıyorken hemen bir terlik giydi ve yerde öylece oturmaya devam eden cemal'in yanına gelip, dikkatlice onu kaldırdı.

ikisi de cemal'in odasına girip, cemal yatağa oturana kadar konuşmadı. onlar konuşmadan da anlaşacak kadar yaşamışlardı bunu. cemal, ayas olmadan mahvolmaya mahkumdu ve bu gerçek ayas için kahredici olma aşamasını bile geçmişti.

cemal'in evini cemal'den iyi bildiği için bir koşu ilk yardım çantasını aldı ve odaya geri dönüp, cemal'in bedenine saplanmış herhangi bir cam parçası var mı diye yaptığı kontrollerin ardından, dikkatlice eşofmanını ve tişörtünü çıkarıp, yaralarıyla ilgilenmeye başladı ayas. derin kesikler ellerinde olduğu için birkaç gün projelerini yapamayacağı gerçeği anca o an çarpmıştı cemal'in yüzüne ve bu sebeple yeniden titremeye başladığı an, ayas tarafından çekilmiş ve sıkı olmayan, küçük bir sarılmayla karşılaşmıştı.

ayas'ın yumuşak şeftali kokusunu içine çektikçe titremesi azaldı ve ayas yeniden kendinden uzaklaşıp, yanağına elini koyduğunda yanağını ayas'ın eline yasladı. "gerilme, sana yardım edeceğim ben." ayas'ın sesinde saklamaya çalıştığı titremeler, bütün gerginliğini siliyor yerine yalnızca suçluluğu koyuyordu resmen. "sen olmasan ne yapardım." diye mırıldandığında, ayas yanağını sıktı. "ben de bazen bunu soruyorum."

-

"ya ayas onu öyle mi yap dedim sana ben?"

cemal'in yaralarının sarılmasının üzerinden neredeyse iki saat geçmişti ve şu an oldukça kaotik bir ortam vardı. eczacılık öğrencisi olduğu için pek mimarlık bölümünün projeleriyle ilgilenmemiş ayas, yerde oturmuş cemal'in neredeyse tamamlanmak üzere olan projesini yapmaya çalışıyordu. cemal de iki bölüm okumanın verdiği üstünlükle, elindeki a101 cipsi eşliğinde ona emirler yağdırıyordu. 

ayas, ona ters bir bakış attı, " yıl sonu projemi yapmadan önce sana inat kolumu kırıp, sana yaptıracağım." 

"ah güzelim benim," dedi cemal ağzına bir cips atarken. "ben iki bölüm okuyorum, eczacılık bölümünün projeleri bana çocuk oyuncağı gelir!" tabii bu çok bilmişliği, yerdeki kızıllının tek kaşını kaldırıp, elindeki maket bıçağını projeye saplamak için havaya kaldırdığını görene kadar sürmüştü. hemen doğrulup, "tamam, tamam!" diyerek ellerini salladı. "şakaydı, valla şakaydı aşkım. gerçekten offf!" 

şimdi sıra ayas'ı pohpohlama aşamasına gelmişti. "offf! nasıl da güzel yapıyor şuna bakın!" yere ayas'ın yanına çöküp, ıslak mendile sildiği elleriyle ayas'ın yanaklarını sıkmaya başladığında ayas, bıkmuş bir ifadeyle, "cemal ya şu çeneni kaparsın ya da profesörüne projenin başına neler geldiğini detaylı olarak mail'den iletirsin canım."

bu cümlenin üstüne sonraki üç saat, ayas yorulana kadar ölüm sessizliğinde geçti ve inanın ayas bu baskınlığı nasıl kurduğunu bile bilmiyordu ama belli ki cemal bu profesörden korkuyordu.

hem de çok.

ayas sırıtarak cemal'e baktı ve cemal'in onu aniden kaldırıp, etrafta cezalandırırcasına döndürmesine sebep olacak cümleyi kurdu. 

"korkak tavuk cemal abi."

-

kitap bittiğinde karakterlrin özelliklerini özel olarak bir bölümde açıklayacağım endişeniz olmasın ben de çok anlamıyom bu aptalları takmayın yani

ayas x cemal | lana coded boyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin