Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin
Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık
Sevgideydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı
Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü
(Cemal Süreya)
Jimin çok da farklı birisi sayılmazdı. Evinin girişinde tavşan şeklinde bir halısı vardı. Bir köpek ve balkonunda birkaç çiçek besliyordu. Mutfağı; ruj izleri bulaşmış bardaklar, sıkılıp yarım bıraktığı yemekler ve annesinin Busan'dan gönderdiği yiyeceklerle doluydu. Odasında ise bir kaos hakimdi. Dağınık birisi değildi ama çok eşyayı severdi. Duvarlarında boş bir yer neredeyse bulamazdınız. Kitaplarında hoşuna giden sözlüklerle doldurduğu bir pano, anne babası ve kardeşinin fotoğrafları, birkaç resim... Ortada bir sehpa, yatağının yanında da bir masa vardı. Masadaki defterin içi daha yeni bitmiş ve hâlâ onu üzen ilişkisi için yazdığı mektuplarla doluydu. Açık kalan sayfasında, mektubun üzerine kocaman harflerle yazdığı 'ARTIK SENİN HAKKINDA DÜŞÜNMEK İSTEMİYORUM' yazısı görünüyordu. Bu ilişkinin bitişi yüzünden son zamanlarda çok üzgün hissediyordu.
Buraya kadar her şey normal görünüyordu. Normal bir arkadaş çevresi, normal bir ev..
Her insanı diğerlerinden ayıran belli başlı özellikleri vardı ama onu diğerlerinden ayıran özelliği epey bir farklıydı.
Jimin önceki hayatlarını hatırlıyordu.
Japonya'da ailesini geçindirmeye çalışırken bir iş kazasında ölen bir oğul olarak başlamıştı hayatına. Ardından Kuzey Kore'de tüm hayatını askerlik yapmaya adamaktan başka bir çaresi olmayan bir komutan, Tayland'da bir çiftçi, Avustralya'da fakir bir ailenin kırkı bile dolmadan ölen çocuğu, Malezya'da eşcinsel olduğu için ömrünü hapislerde geçiren bir mahkum, Çin'de ise bir avukat olmuştu. Şu an yaşadığı hayatına ise Busan'da başlamıştı. Sanat Tarihi okumuş, Seoul'e iş bulabilmek için gelmiş ve bir müzede çalışmaya başlamıştı. Diğerlerine göre daha dertsiz bir hayat yaşadığı söylenebilirdi.
Önceki hayatlarında da önceki hayatını hatırladığını düşünürsek, bu lanet Jimin'in peşini yüz yıllardır bırakmıyordu. Her seferinde yeni aşklar, yeni maceralar, yeni kaygılar, yeni insanlarla karşılaşıyordu ama sıkılmadığını söyleyemezdi. Diğer insanlar gibi heyecanlanamıyor, meraklanamıyordu. 1873'den beri dünyanın ilerleyişine tanıklık ettiği için hiçbir şey ona inanılmaz gelmiyordu.
Yüzyıllardır yaşıyor olması, onun bir aşk adamı olduğu konusunda sizi yanıltmasın. Tam tersi, uzun hayatında birçok şeyi başarmış, birçok alanla ilgilenmiş ama aşk konusunda hiçbir zaman şanslı olmamıştı. Kendisi sabırlı birisiydi, ancak karşısındaki kişiler öyle olmaktan çok uzaktı. Bu yüzden ondan çabuk sıkılmışlardı.
Öyle olmayan tek bir kişi vardı. Malezya'da sadece onu sevdiği için bir katilmiş gibi ömrünü hapishanede bitirdiği aşkı: Amsyar Isfahann.
Kocaman kahverengi gözleri, gözleri gibi kahverengi yumuşak saçları, ince güzel beli, bir ev gibi hissettiren büyük ve sıcak eli, tavşana benzer gülüşü vardı. Aslında evinin girişindeki tavşan şekli halı, pantolonlarına diktiği tavşan şekilleri ve Çin'de avukatlık yaparken evinde beslediği tavşanın tek nedeni de buydu. Onu unutmak hiç istemiyordu. Hep aklının bir köşesinde, acı verse bile kalbinin en içinde kalsın istiyordu. Çünkü onu gerçekten seven, onun için her şey yapmaya hazır olan tek kişi oydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İlya | Jikook
FanfictionHer insanı diğerlerinden ayıran belli başlı özellikleri vardı ama onu diğerlerinden ayıran özelliği epey bir farklıydı. Jimin önceki hayatlarını hatırlıyordu. Japonya'da ailesini geçindirmeye çalışırken bir iş kazasında ölen bir oğul olarak başlamış...