tebessüm etmeme engel olamadım. suyun gerekli olan sıcaklığından emin olduğumda bay lee'ye seslendim. "bay lee, önce siz temizlenin lütfen." ardından bana döndü ve dudaklarını kıvırarak konuştu.
"hah, neyden bahsediyorsun han jisung? beni sen yıkayacaksın."eh, sanırım bugün olacak diğer şeyleri kalbim kaldırmayacaktı.
--take my heart and treasure it.
lee minho's pov
han jisung.
tam şu anda, karşısında çıplak olmama ve dakikalar önce seks yapmış olmamıza rağmen beni dikkatlice şampuanlayıp yıkayan kişi.
"bay lee? hangi şampuanı tercih edersiniz?" ben küvetin içinde gevşemişken o ise saçlarımı yıkama kararı aldı sanırım. duraksamamı görmüş olacak ki iki tane şampuan çıkardı. "birisi vanilyalı diğeri ise-"
sözünü kestim ve konuştum. "vanilyadan hoşlanırım." diyerek dudağımı kıvırdım. o da hızlı bir şekilde diğerini bırakarak vanilyalı olanı eline sıkarak saçıma sürmeye başladı. tam arkamda olduğu için yüzünü göremiyordum.
sincap çocuk, vanilya derken sadece şampuanı kastetmediğimi anlamış mıydı acaba?
"bay lee, gözlerinizi kapatabilir misiniz? saçlarınızı durulayacağım ve gözleriniz yansın istemiyorum..." sona doğru iyice kısılan sesini duymakta zorlasam da ricasını dinledim.
ılık su yüzümden aşağı akarken saçımı karıştıran belli belirsiz baskıyı hissedebiliyordum. "düzgün yapıyor muyum bay lee? daha önce hiç birisinin saçlarını yıkamamıştım."diyerek suyu sadece saçlarıma doğrulttu ve konuşmam için zaman tanıdı.
"sanırım acemi şansı diye bir şey gerçekten var, han jisung." ardından gülümsedim. "yeni yaptığın şeyler, aslında hiç öyle hissettirmiyor."
"öhö öhö!" öksürük sesini duyduğum an kaşlarımı çattım ve hemen ona doğru döndüm. han jisung, benim yüzümden boğulsun istemezdim. onun gibi bir cevher, sadece 8 milyarda bir gelir.
"üzgünüm, bay lee! nefesim boğazıma kaçtı sadece..." diyerek gözlerini benden kaçırdı. fakat banyodaki loş ışık bile kızaran yanaklarını benden gizleyemezdi. tatlı sincap çocuk, onu kendime saklamak istemem çok mu abartı kaçardı. eh gerçi, ben lee minho'ydum. beni reddedeceğini hiç sanmıyordum.
"kendine dikkat etmelisin, han jisung." diyerek banyodan çıkmaya hazırlandım. küvetten çıkarak gözüme çarpan ve muhtemelen ona ait olan bej rengi bornozu alıp hızla üzerime geçirdim.
"çünkü artık dikkat etmen gereken birisi daha var.
--
han jisung's pov
"seungmin, sen halledemez misin?" bay lee'nin yatağımda, bacaklarını sarkıtarak oturup telefonda konuşmasını dinliyorken aynı zamanda saç havlusu arıyordum.
bay lee benim yatağımda, benim bornozumla otururken hem de.
ah, buldum. bay lee için en hoş olanı seçmeliydim ve başardım. saçlarıyla uyumlu olan mor renkli havluyu alarak bay lee'nin karşısında dizlerimin üstüne çökerek durdum.
"alt tarafı bir imza, illa benim imzam olması gerekmiyor." dedikten sonra bana bakarak saçlarını gösterdi. bu kurulamama izin verdiği anlamına geliyor olsa gerek..?
o telefonu hoparlöre alarak yanına koyduğuna göre rahatça işimi yapabilirdim. mor havluyla bay lee'nin saçlarını nazikçe kurutmaya çalıştım "hey, bu şirket senin minho! ben neden senin yerine imza atmak zorundayım?" tanıdık olmayan sesle duraksasam da bay lee devam etti.
"ne olmuş yani? asistanım olarak sana yetki veriyorum ve bunu yapamam mı diyorsun?" dudaklarını büktüğüne şahit olsam da sesimi çıkarmadım. sonuçta asistanı ile konuşuyordu ve araya girmem hoş olmazdı.
"han jisung, bu yeterli." diyerek gözlerimin içine baktı. mor havluyu geriye atarken şaşkınca ona bakakaldım. "minho! kime diyorum ki...eh, bu arada yanında biri mi var? han jisung da kim?" diyerek konuşmaya devam etmesine ben daha da çok şaşırırken bay lee hızla telefonu aldı.
"hatırladım! o çocuk şey değil miydi, anlaşma yap-"
ses kesildi.
"üzgünüm, seungmin çok konuşuyor değil mi? ama işinde oldukça iyidir, ondan memnunum." diyerek kapattığı telefonu hızla yatağın yanındaki komodine koydu bay lee.
cevap vermem gerekiyordu. hem asistan anlaşma yap derken neyi kastediyordu?
"sizi işinizden alıkoymuyorum değil mi, bay lee?" diyerek diz çöktüğüm yerden doğruldum. yatakta hala aynı şekilde oturan bay lee'nin yanına geçtim ve konuşmaya devam ettim.
"asistanınız diyorsa gitmelisiniz, önemli bir şey olabilir sonuçta..." diyerek ensemi kaşıdım. bay lee'ye bakamıyordum. bu halde de çok ateşli görünmesi haksızlıktı. aklımı çeliyordu ve içgüdülerim beni kontrol etmek istiyordu.
"han jisung, beni kovuyor musun yoksa?" bay lee konuştuğu an gözbebeklerim büyüdü ve hızla oturduğum yerden ayağa kalktım.
"hayır tabii ki de! asla aklımdan bile geçmedi, hatta lütfen daha çok burada kalın bay lee! ben sadece-" hızlı bir şekilde bay lee'ye kendimi açıklamaya çalışırken duyduğum kahkaha sesiyle durdum. bu, cennetten bir melodi olabilir miydi?
ah hayır, gerçekten bay lee'nin gülme sesiymiş!
bu mümkün olabilir miydi? yeni tanıştığım bir insanın beni hem bedenen hem de kalben böylesine ele geçirebilmesi? bir insanı mutlu görmek bu kadar sevindirici bir şey miydi? kalbimin hıphızlı atması neyin belirtisiydi?
"şaka yapıyordum!" diyerek gülmekten yaşaran gözlerini sildi bay lee. ardından badem rengi gözlerini bana çevirdi ve hâlâ donup kalmış olan bana parlak bir şekilde baktı. "gerçekten çok tatlısın, han jisung."
sanırım başıma gerçekten bela alıyordum. ikimiz de o kadar farklıydık ki tesadüfler zinciri olmasa tanışmamız bile imkansızdı. yine de bay lee şu an yatağımda oturmuş bana gülümsüyordu. başa çıkmam gerekiyordu, kendime engel olmazsam sonunda zararlı çıkacaktım. kahretsin, bu bile sorun değildi.
çünkü bay lee'ye olan ilgim durmaksızın büyüyordu.
--
hadi biraz olaylara girelim ve boss b'yi daha yakindan gorelim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
boss bitch •minsung
Fanfiction"parlatıcılar gibi parlayan da benim. sürtük ve patron olan da." top! jisung bottom! minho -minsung.