"bak şimdi, sessizce arka kapıdan gireceğim ve sanki her zaman oradaymışım ve çalışıyormuşum gibi yapacağım. zekice? zekice!" yan koltukta tepinerek ricky'nin beynini planlarımla yiyorken bana yan gözlerle bakışı ile omuz silktim. "ne var, niye öyle bakıyorsun?" tek kaşım kalkık bir şekilde söylediğim şeyle dikiz aynasından bana diktiği gözlerine baktım.
"gün geçtikçe nasıl daha da fazla salak olmayı başarıyorsun merak ediyorum. adam fark etmeyecek mi sanıyorsun zhang mal hao?" dediği şeyle beraber koluna yumruğumu geçirdim. her gün dört bin defa aşağılandığım yetmiyormuş gibi planlarıma karşı da umutsuz hissetmeye başlamıştım. yine de benim adım hao ise bir şekilde bunu halletmesini de bilecektim, zeytinyağı gibi üste çıkmak denilince akla ilk gelenlerdendim.
"o adam bunak, tanısan planımın zekice olduğunu kabul ederdin. neyse, çok konuşma da hızlı sür teneke. çok geç kaldım zaten." ortamı sessizlik kaplarken koltuğumu geriye yaslayıp bir süreliğine gözlerimi kapattım. akşamdan kalma olduğum için midem sürekli kasılıyor ve bulantı tüylerimi ürpertiyordu. üstelik hiçbir şeyi hatırlamamak içimde tuhaf bir his yaratmıştı, rahatsız ediyordu. derince bir iç çektim. bir şey hatırlamayı umarak sürekli beynimi zorlasam da her şey bir yerden sonra kesiliyor ve de kayboluyordu.
"evin sahibini araştıracağım, belki bir şeyler hatırlamana yardımcı olur. düşünme bunu, tamam mı?" ricky rahatsızlığımı hissetmiş olmalı ki ortaya attığı sözlerle içimi az da olsa rahatlatmıştı. kafamda ne döndüğünü çok iyi biliyordu. gözlerimi açıp ona doğru baktığımda başımı salladım gülümseyerek. ne kadar zorba olsa da seviyordu bu çocuk beni. bizim de böyle bir dostluğumuz vardı işte.
dakikalar sessizce akarken tanıdık gelen sokağa baktım. "sağdaki yer! dur dur dur, teşekkür ederim telafi edeceğim." cilveli bir şekilde gülümseyip elimle ona öpücük atarken göz deviren çocuğa son kez bakıp tavrını umursamadan sağa yanaşmasıyla birlikte arabadan indim. şimdi benim için bi' tempo başlıyordu.
arabadan indiğim gibi maratona hazırlanan bir koşucu gibiydim. mümkün mertebe en hızlı ve dikkat çekmeyen bir şekilde ilerlemeye çalışıyordum. adımlarımı dükkanın arkasına doğru yönlendirirken bir yandan da dağılmış saçlarımı düzeltmeye çalışıyordum. apar topar bir hışımla kendimi o bilmediğim evden attığım için görünüşüme bakma fırsatım pek olmamıştı. sabrımı zorlayan midem yüzünden hiçbir şeye de hevesim yoktu açıkçası. sadece bu boktan günü daha fazla sorun çıkmadan tamamlamak istiyordum.
ulaştığım kapıyla beraber kulpu kavradım. derin bir nefes alırken gözlerimi kapatmıştım. "başaracaksın hao, sakin ol." kapıyı kendime doğru çekmemle başarısız bir sonuç elde etmeyi beklememiştim. bu sonuç sürpriz olmuştu bana. şaşkınlıkla aldığım nefesi verip kapıyı kendime doğru çektim bir daha. "siktir, açılsana." açılmayan kapı ile konuşmaya başladığımda kulpu daha sert kavradım. sinirle kendime çekiyor, sanki açılacakmış gibi zorluyordum kapıyı. normalde olsa rüzgarın bile açabileceği kapı benin şansıma mı bu hale gelmişti sahiden? hem de böyle bir günde. kendime doğru daha sert çektiğim kapı hala bir sonuç vermiyordu, yine de umutsuzca zorlamaya devam ediyor ve içimden dua zinciri oluşturuyordum. "tanrım, daha iyi bir insan olacağım. yemin ederim geç kalmayacağım." çaresizce kendi kendime konuşurken ani bir kilit sesiyle duraksadım. bu ne anlama geliyordu, elbette ki üniversiteden mezun olamamam. ihtiyar beni fark etmişti ve bu da her şey bitti demek oluyordu. azarlanmak için kendimi hazırlarken kapının açılmasıyla beraber karşımdaki tanımadığım simaya baktım. bunakla karşılaşmamak beni hem şaşırtmış hem de rahatlatmıştı. ne zaman tuttuğumu fark etmediğim nefesi hızla verdiğimde hızla atan kalbimin üzerine elimi koydum. "tanrım, teşekkür ederim!" içeriyi kontrol etmek amacıyla kafamı uzatırken etrafın boş oluşuyla sırıttım. en şanslı ve en şansız günüm birleşmiş gibi saçma bir gündü.
"sen çekil bakayım şöyle." tekrardan karşımdaki çocuğa bakmış ve hafifçe onu iteklerken içeriye girmiştim.
çantamı omzumdan indirirken ortamın garipliğini ancak kavramıştım. kendi derdimden her şey aklımdan çıkmıştı, yeni yeni fark ediyordum tanımadığım bir çocuğun bana kapıyı açtığını. sessizce ve bir o kadar da şaşkın bir ifadeyle karşımda durarak bana bakıyordu. ifadesi biraz komikti ama şu an ciddiyetimi bozmak istemiyordum. kaşlarımı çatarak başımı hafifçe sağa yatırdım. "sen kimsin?" pervasızca sorduğum soruyla beraber içeriye dalan yaşlı adamla beraber mesaj vermek istercesine panikle öksürdüm.
"nerdesin sen?!" yaşlı adamın sinirle çıkan sesiyle beraber alnıma attığı fiskeyle alnımı tuttum. acıyla eğilmişken sızlanıyor ve bu durumu abartmaya özen göstererek krizi fırsata çevirmeye çalışıyordum. "a-ah... patron ne yapıyorsun? bana nasıl kıydın? bunu hak ettim mi?" yaptığım ajitasyonu desteklemek adına sulanan gözlerimle ona bakarken dudağımı büzdüm. hala siniri geçmemiş ve yaptığım ajitasyonu yememiş adam konuşmaya başlarken ifademi daha da acılı bir hale getirmeye çalışıyordum. "oyunlarına bu sefer kanmayacağım kerata, nasıl girdin buraya bakayım? kilitlemiştim arka kapıyı."
göz ucuyla baktığım çocukla beraber aklımda dolanan tilkilerle beraber dudaklarımı büzdüm. kendimle beraber onu da yakma fikri oldukça cazip geliyordu. ne de olsa ben hep buradaydım, o ise bir yabancıydı. bence benimle beraber yanması onu pek de etkilemezdi. bir an bile duraksamadan histerikli bir ses tonuyla konuşmaya başladım. "o aldı." işaret parmağımı ona doğru doğrulttuğumda babalığın çocuğa baktığını ve sakinleştiğini görmüştüm. torunu muydu bu? ya da yeğeni? mahallesindeki herhangi bir genç? kimdi bu çocuk? kimdi ve nasıl bu koca yaşlı adamı sakinleştirebilmişti?
"bu son hakkın hao, yoksa stajı unut. zaten stajyer bulmak zor. ikinizi zor buldum." söylediği şeyle beraber kaşlarımı çattım. bu yaşlı bunak bu denli kafayı yemişken benim geç kalışımın telafisini nasıl yememişti şaşırmıştım. "ikinizi derken? patron alooo, sadece ben staj yapıyorum. burayı kim tercih etsin ki zaten." son cümlemde sesimin hafif kısılmasını umursamazken boğazını temizleyerek bedenini öne çıkaran çocuğa dikkat kesildim.
"merhaba, ben fotoğrafçılık bölümü üçüncü sınıf öğrencisi sung hanbin. burada staj yapacağım, lütfen iyi geçinelim." önümde doksan derecelik açıyla eğilen çocuğa doğru aynı şekilde eğildim kendimi tanıtarak. hala yüzünden eksik olmayan şaşkın ifadesi nedense gülmemi sağlıyordu. böyle komik bir ortamı nasıl staj için seçtiğini düşünüyor ve hatta çabucak kaçmak istiyor gibi de bi' hali vardı. yine de şaşırmıştım burayı seçmesine. ya benim gibi akademik açıdan salaktı ya da başka seçeneği yoktu buraya gelmekten başka.
"tanışmanız bittiyse işe koyulun! daha stüdyo temizlemecek. hao, hanbin'e öğret. ben gidiyorum." kafamı geriye doğru attım oflayarak. aksayarak yürüyen adamın arkadasından bakarken kendimce söylenmeye başladım. "bu ihtiyar her şeyi bana kilitlemeyi çok seviyor." ellerimi belime yerleştirip bir süre çevreme bakındığımda önümde kasıntı bir şekilde dikilmiş çocuğa baktım. biraz sataşmak fena olmazdı diye düşünmüştüm kendimce, hem de kaynaşmak için fena olmazdı.
"gerginsin sanırım, ama gördüğün gibi burası gerilmeni gerektirecek bi' ciddiyete sahip değil." kendimi dönen sandalyeye atıp dönmeye başladığımda bir yandan da karşımdaki çocuğu inceliyordum. tanıdık bir siması vardı. gerçi, aynı bölümde okuduğumuz için okulun herhangi bir yerinde görmüş ve hafızamda bunu çoktan çöplüğe atmış olabilirdim. şimdi ise hatırlamak için uğraşmayacaktım.
bacaklarımı kendime doğru çekip bana cevap vermeyen çocuğa tekrar laf attım. "çekinmen gereken son kişi bile değilim, biraz rahatla dostum."
karşımda yüzüne yerleştirdiği hafif sırıtışla beraber tek kaşım istemsiz bir tepki olarak havaya kalkmıştı. bu alaycı tavıra anlam yükleyememiştim.
"haklısın, çekinmemem gerek sanırım." bu tavır da neydi şimdi? böyle söylemem böyle bir anlama gelmiyordu, bunu kavrayamamış mıydı? umursamadan odada hafif göz gezdirdiğinde hiçbir şey demeden onu izlemeye devam ettim. burada attığım lafla beraber onun utanmasını izlemesi gereken kişi bendim. şimdi nasıl oldu da ipleri eline vermiştim anlayamamıştım.
gözleri belli bir noktaya sabitlendiğinde çenesini o yöne doğru uzattı bir şeyi işaret etmek istercesine. "temizliği bunlarla mı yapıyoruz? vakit kaybetmeyelim daha fazla."
"bu işi biraz fazla ciddiye alıyorsun sanki." tez canlı çocuğa attığım lafın ardından ayağa kalktım. temizlik için çıkardığım ve ayarladığım malzemeleri eline tutuştururken önden yürümeye başladım.
"takip et beni hanbin, bu taraftan."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
intern | haobin
Fanfictionbirbirini tanımayan ve kirli bir geçmişe sahip olan zhang hao ve onun alt sınıfı sung hanbin, stajyer olarak tekrar bir araya gelir / text & düz yazı